ALİ BABA
ANA SAYFA
ATATÜRK
ZİYARETÇİ DEFTERİ
HABERLER
ABDİ KÖYÜ
FOTOĞRAFLAR ALBÜMÜ
Ali Terazi Albüm
ŞİİRLER Abdi Köyü/ Kozaklı
FOTO GALERİ
TÜM SUNGURLU ÖZEL
TURHAL
DEVELİ
ŞEREFLİKOÇHİSAR
SUNGURLU VERGİ DAİRESİ PER.
21.VERGİ HAFTASI
SÖZ YURTTAŞIN
DOSTLAR ALBÜMÜ
KÜLTÜR HAZİNELERİMİZ
AHİ VE AHİLİK
NUTUK
NOSTALJİ
SAYAC
BASINDA ALİ TERAZİ
ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜ GÖMME
KARINCALAR
MEKTUPLAR
ANKARA GEZİSİ 2009
SUNGURLU'DA DÜĞÜN
WİNDOVS LİVE_FOTOĞRAFLARI
ABDİ KÖYÜ SLAYTLARI
ALİ BABA ve 35 YIL
ANILAR (ALİ TERAZİ)
YERLİ MALI HAFTASI
NOTLARIM YENİ
SESLİ ŞİİR VE SLAYTLAR VİDEOLARI
ORGAN BAĞIŞI
FOTOĞRAFLAR SLAYTI
ESKİLER VE YENİLER
AZİME AKTAŞ
TARİHİNİ ARAŞTIRMALISIN
STRESİ YEN
ALİ BABA'NIN KÜTÜPHANESİ
KİTAPLIĞIMDAKİ KİTAPLAR:
VİDEOLAR YENİ 2016
TABİAT VİDEOSU (2016)
VİDEOLAR 2017 YILI
KÜTÜPHANE
DENEME ALİ BABA VİDEOLARI

ALİ BABA SİTESİ
ATATÜRK

 

  ATATÜRK DİYOR Kİ;
''EFENDİLER! YABANCILARIN NASİHATLARI VE PLANLARIYLA YÜKSELEBİLMİŞ HİÇ BİR GELECEK OLMAMIŞTIR.TARİH BÖYLE BİR OLAY KAYDETMEMİŞTİR.''







Babası öldü.
Yetim büyüdü.
 Üvey evlat oldu.
 Tutuklandı.
 Hapse atıldı.
 Sürüldü.
 İşsiz kaldı.
 (Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne: Harcamalarım
 fazla değil, zira gelirim hep az.)
 Hastalandı..,
 Böbreklerinden.
 Vuruldu., 
 Göğsünden.
 Mesleğinden atıldı.
 İdama çarptırıldı.
 Kardeşleri öldü.
 Çocuğu olmadı.
 Boşandı.
 Karaciğeri iflas etti.

 Evet, bu insan

 

 Mustafa Kemal ATATÜRK 

 

 

Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin,
 evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.

 Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan
 ibaret değil çünkü...

 

Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.

 İşte liste yukarıda.
 Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse, gelmiş...

 

Bunu  anlatın.
 Direnen, Teslim olmayan ruhu anlatın.

 Korkmasınlar engellerden.
 Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
 Korkmasınlar işsizlikten.
 Korkmasınlar parasızlıktan.
 Korkmasınlar alçaklardan.
 Korkmasınlar doğrulardan.

Yürek dediğin...
 Sadece organ değil arkadaş.
 Bunu anlayın!!!

 
 AB Uyum yasalari geregince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin
 kaldirilmasini protesto ediyoruz
!

 

 

Ulusal bilincimizi yavas yavas yok
 etmelerine izin vermek istemiyorsaniz; iletebileceginiz kadar iletiniz! 

 

 

İzmir kurtulmuŞ, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler...
 Trene binerler ve kompartımana çekilirler.

 

Ertesi gün, yaveri, Atatürk'ün  kompartımanının kapısını çalar. Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatını  yıkamaktadır.

 

Yaveri: 'Paşam bu ne hal, hiç uyumadiniz herhalde; niye  böylesiniz', der.

 

 'Çocuk, kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı  unutmuşsunuz, kolumu yastık yaptım agrıdı, setremi yastık yaptım üsüdüm,
 uyumadim kalktim', der.

 

Yaveri: 'Aman Pasam! Birimize haber vereydiniz;
 hemen size bir yastikla battaniye getirirdik', der. Ve bir ülke kurtarmaktan  dönen komutan tarihi bir cevap verir:

 

'Geç fark ettim, hepiniz en az benim
 kadar yorgundunuz, hiç birinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil;
 milletimin rahat uyuması'.

 

 

ATAMIZ SAYESİNDE NE KADAR RAHAT UYUYORUZ Kİ; HALA
UYANAMADIK ?


SEVGİLİ DOSTLAR, HİÇ BİR MİLLETE NASİP OLMAYAN,BİR BÜYÜK ÖNDERE SAHİP BİR MİLLETİZ,ONU PEK BİLDİĞİMİZİ 
VE TANIDIĞIMIZI ZANNETMİYORUM.
 EĞER BİLMİŞ VE TANIMIŞ

OLSAYDIK BÜGÜNKÜ DURUMLARA DÜŞMEZDİK DİYOR, 
BÜYÜK ÖNDER
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN
NELER DEDİĞİNİ BÖLÜMLER HALİNDE SİZ DOSTLARIMA 
(
BAĞIŞLAYIN
) HATIRLATMAK İSTİYORUM. 
SAYGILARIMLA,

BİLİNMEYENLERİ  İLE   MUSTAFA  KEMAL  ATATÜRK
Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI 

ATATÜRK DİYORKİ;



"Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

"Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz."

"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin , namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım."

"Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. "

"Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. "

"Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. "

"Gerçi bize milliyetçi derler. Ama biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir. "

"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar. "

"Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur."

"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. "  


"Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. "

"Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. "

"Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. "

"Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir. "  

"Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar. "

"Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. "

"Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. "    
"Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz. "

"Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. "   

"Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir. "

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin? "

"Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın. "   

"Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa. "

"Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim. "

"Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. "

"Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. "

"Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır. "

"Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. "

"Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. "

"Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir. "

"Mualimler ! Yeni nesil, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır. "

"Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir. "

"Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. "

"Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. "

"Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder. "

"Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir. "

"Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkanlarına kavuştururlar."

"Milletin sevgisi kadar büyük mükafat yoktur."

"Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük TÜRK olarak dünyaya gelmemdir."

"Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır."

"Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet korumak ve müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"

"Biz uygarlıktan, ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz."

" Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir "

"Milletimiz daha da dindar olmalıdır diyorum. Ama bütün sadelik ve güzelliği ile. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.

"Şu anda batıl itikatlardan oluşan ikinci bir din mevcuttur. Fakat bu cahiller sırası gelince aydınlatılacaktır."

"Eşini mutlu edecek herkes evlenmelidir. Çoluk çocuk sahibi olmalıdır "

"Bana bakmayınız. Benim hayatim başka türlü düzenlenmiştir."

"Çocuk sevgisi insan için bir ihtiyaçtır."

"Dünyada ne görüyorsak KADIN 'IN eseridir."

"Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz."

"Korku üzerine egemenlik kurulamaz."

"Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür."

"Bu millet bağımsızlıktan yoksun yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır."

"Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temelidir."

"Tam bağımsızlık denildiği zaman, tabii, siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik kasdolunmaktadır."

"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım."

"Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur."

"Tarihimiz en mutlu dönemi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır."

"Peygamberimiz tilmizlerine dünya milletlerine İslami yeti kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin hükümeti başına geçmelerini emretmedi. Peygamberin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir."

"Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir."

"Hükümetlerin icraatı menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse bütün kusur ve kabahatlere katılmış demektir."

"Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur."

"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar."

"Türkiye'de Bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Türk Hükümetinin ilk gayesi, halka hürriyet ve saadet vermek, askerlerimize olduğu kadar sivil halkımıza da iyi bakmaktır."

"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük isler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."

"Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."

"Bizim dinimiz, milletimize hakir, miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez. Tam tersine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin izzet ve şerefini korumalarını emrediyor."

"Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; Hakiki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Fakat gerçekte alim olmamakla beraber, sırf o kılıkta bulundukları için alim sanılan, çıkarına düşkün haris ve imansız bir takım hocalar da vardır. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetva verdiler. Gerektikçe yanlış hadisler uydurmaktan çekinmediler. Gerçek ve imanlı ulema her vakit her devirde bunların kinine hedef oldu."

"İntisap etmekle bahtiyar olduğumuz İslam dinini, asırlardan beri alışılmış olduğu üzere bir siyaset vasıtası mevkiinden kurtarmak ve yükseltmek elzem olduğu hakikatini müşahede ediyoruz. Mukaddes ve lahuti olan inançlarımızı ve vicdanlarımızı çapraşık ve değişken olan ve her türlü menfaat ve ihtirasların tecellisine sahne olan siyasetten ve siyasetle ilgili bütün hususlardan bir an evvel ve kesin olarak kurtarmak, milletin, dünya ve ahi ret saadetinin emrettiği bir zarurettir."

"Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, hep din kisvesi altındaki küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı hareketi dinle karşılarlar, halbuki hamdolsun hepimiz dindarız, artık bizim dinin icaplarını, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akil hocalığına ihtiyacımız yoktur. Milletimizin içinde hakiki, ciddi alimler vardır. Milletimiz bu gibi alimleriyle iftihar eder. Bu gibi alimlere gidin, bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyin. Fakat umumiyetle buna da ihtiyaç yoktur. Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Eğer bizim dinimiz akla mantığa uygun bir din olmasaydı mükemmel olamazdı, dinlerin sonuncusu olmazdı.

"Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi daha acıdır."

"Efendiler biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatimizi yok etmeyi göze alırız."

"Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söyler. Bazı kimseler modern olmayı kafir olmak sayıyorlar. Asil kâfirlik onların bu inanışıdır."

"Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketi olamaz."

Masum halka beş vakit namazdan başka, geceleri de fazla namaz kılmayı vaiz ve nasihat etmek belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından olursa bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?

"İlk olarak KURAN’IN dilimize çevrilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçe'ye çevriliyor."

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."

"Efendiler siz hayatınızda mebus olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat hiç bir zaman sanatkar olamazsınız."

"Sayın öğretmenler, hiç bir zaman düşüncelerinizden çıkmasın ki cumhuriyet sizden "fikri hur, vicdani hür, irfanı hür" nesiller ister."

"Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir."

"Öğretmenler, yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır."

"Bu memleketin sahibi ve toplumumuzun asil unsuru köylüdür."

"Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek müstakil olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete laik olan köylüdür."

"Bir kere memlekette topraksız köylü bırakmamalıdır. Bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiç bir sebep ve suretle bölünemez bir mahiyet alması, büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gerekir."

"Milletimizin bugünkü yönetimi gerçek özelliği ile bir halk yönetimidir."

"Büyük davamız en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir."

"Biz Türkler ruhen demokrat doğmuş bir milletiz."

"Milletin kaynağı toplum hayatinin esasi olan kadın ancak faziletli olursa görevini yerine getirebilir."

"Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmak zorunluluğundadır. Gerçekten ulusun anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar."

"Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam."

"Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar. Evet bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim."

"Hayatta tam mutluluk ve esenlik ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı, esenliği için çalışmakta bulunabilir."

"Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur."

"Beni görmek demek ille yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu yeter."

"Benim aciz vücudum bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır."

"Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum."

"Basın, ulusun ortak sesidir. Bir güç, bir okul, bir yol göstericidir."

"Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardim gelmeyeceğine inanarak bu engelleri asacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin."

"Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsan, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve egemenliklerine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır."

"Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Bu meydanda akan Türk kanları, bu gökte dolaşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz bekçileridir."

"Ey yükselen yeni kuşak, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak olan sizsiniz."

"Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu, her zaman ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek geliştirmek milli ülkümüzdür."

"Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni özelliği ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"

"Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir bir millet nazariyle bakılabilir mi?"

"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."

"Tekkeler de behemahal kapatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her şubede irsatlarda bulunacak kudreti haizdir. Hiçbirimiz tekkelerin irsadina muhtaç değiliz. Biz medeniyet, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz. Başka bir şey tanımıyoruz."

"Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. Vicdan hürriyeti, mutlak ve taarruz edilemez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır."

"Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allaha istediği gibi ibadet eder. Türk Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini, zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilemez."

"Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır. Millet islerinde her ferdin zihni başlıbaşına faaliyette bulunmak elzemdir."

"Türk milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir."

"Medeniyet öyle kuvvetli bir ışıktır ki, ona bigane olanları yakar, mahveder."

"Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar."

"Sarık ve cüppeyle artık dünyada muvaffak olmanın imkanı yoktur. Yaptığımız muazzam inkilaplarla medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik."

"Bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir."

"Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet boşunadır. O, gafil ve itaatsizler hakkında çok amansız davranır."

"Fıkıhtaki "zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar olunamaz" kaidesi adalet siyasetimizin temel taşıdır."

"Hissiyatı ve vicdani telakkiyati, ilim ve fenle besleyip eğiterek toplumun gerçek huzur ve saadetine çalışmak ulvi bir görüştür."

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

"Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."

"Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkan yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını "Ben Anadolu kadınının daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim" diyemez."

"Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır."

"Onun için, hepimiz büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim."

"Türk kadını dünyanın en aydın ve faziletli ve en ağır kadını olmalıdır."

"Bir başka çağdan kalma adetlerinizde, alışkanlıklarınızda direnirseniz, cüzzamlılar, paryalar gibi tek başınıza kala kalırsınız. Benliğinize bağlı kalın ama, gelişmiş uluslar için gerekli olan şeyleri Batı 'dan almasını bilin. Yoksa, bilim ve yeni düşünceler sizi bir lokmada yiyip bitirebilirler."

"Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır."

"Benim Türk Milletine, Türk Cumhuriyetine ve Türklüğün istikbaline ait görevlerim bitmemiştir. Sizler, onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz."

"Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi ede etmek için belli başlı vasıtadır. Gaye fikirdir. Bir fikre dayanmayan zafer yaşayamaz. Her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir alem doğmalıdır. Yoksa başlıbaşına zafer boşa gitmiş bir gayrettir."

"Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim."

"Bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki memleketi kurtarmak için evvela büyük olmak lazımdır, der ve bunun için mumune intihap eder, onun için olmayınca, memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur; bu, adam değildir."

"Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir."

"Zafer "zafer benimdir" diyebilenin, muvaffakiyet, "muvaffak olacağım" diye başlayanın ve "muvaffak oldum" diyebilenindir."

"Çalışma, insanların vücut kuvvetlerini geliştirir ve hayat için gereken şeyleri temin eder. Çalışmaksızın, fikri gelişme ve ahlaki ilerleme de mümkün değildir. "Tembellik bütün fenalıkların anasıdır.""

"Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şumullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur."

"Herhalde alemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir."

"Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir."

"Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."

"Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettigimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir."

"Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakar ve muhterem unsurlarıdır."

"Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur: Türk ordusunun bir kıtası muadilinin behemehal mağlup eder, iki mislini durdurur ve tesbit eder."

"Size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur'anı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelimei şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."

"Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim."

"Hakikati konuşmaktan korkmayınız."

"Meseleleri hadiselere göre değil, aslında olduğu gibi ele almak lazımdır."

"Tatbik eden, icra eden, karar verenden daima daha kuvvetlidir."

"Lüzumuna kani olduğumuz bir işi derhal yapmalıyız."

"Fikirler, cebir ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez."

 

 

Bağımsızlık


Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir. Bu vazifeyi yüklenirken, tatbik kabiliyeti hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat netice olarak edindiğimiz görüş ve iman, bunda, muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin işledikleri hatalar yüzünden, milletimiz sözde mevcut zannolunan bağımsızlığında kayıtlı bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye'yi, medeniyet dünyasında kusurlu gösteren neler düşünülebilirse, hep bu hatadan ve bu hataya uymadan doğmaktadır. Bu hataya uyma neticesi; mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün yaşama kabiliyetinden soyunma ve uzaklaşmasını gerektirebilir. Biz; yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya uyma yüzünden bu özelliklerden mahrum kalmaya tahammül edemeyiz. Bilgin, cahil, istisnasız bütün millet fertleri, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta; tam bağımsızlığımızın temini ve devam ettirilmesidir. 1

Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz.
1921
(Nutuk II, S. 623-624)

Bağımsızlık ve hürriyetlerini her ne bahasına ve her ne karşılığında olursa olsun zedeleme ve kayıtlamaya asla müsamaha etmemek; bağımsızlık ve hürriyetlerini bütün mânasiyle koruyabilmek ve bunun için gerekirse, son ferdinin, son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek; işte bağımsızlık ve hürriyetin hakiki mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini, vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez prensip... Ancak bu prensip uğrunda her türlü fedakârlığı, her an yapmaya hazır milletlerdir ki, devamlı olarak insanlığın hürmet ve saygısına lâyık bir topluluk olarak düşünülebilirler.
1928
(Atatürk'ün S.D. II, S. 249)

Bağımsızlığı için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve elbette esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran dost ve düşman nazarındaki mevkii farklı olur.
1927
(Nutuk I, S. 13-14)

Esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık olamaz.

Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.

Bundan ötürü, ya bağımsızlık, ya ölüm!...
1919
(Nutuk I, S. 13) 

Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hattâ bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim.
1923
(Atatürk'ün S. D. II, S. 71-72)  

"Biz barış istiyoruz" dediğimiz zaman "tam bağımsızlık istiyoruz" dediğimizi herkesin bilmesi lâzımdır. Bunu istemeye hakkımız ve kudretimiz vardır. On sene, yirmi sene sonra aşağılaşarak ölmekten ise şimdiden şeref ve haysiyetle ölmeyi üstün tutmalıyız.
1923
(Atatürk'ün S. D. II, S. 89) 

Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple millî bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettiği takdirde, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereği olan dostluk, siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan sarfınazar edinceye kadar amansız düşmanıyım.
(23.4.1921)    

Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve bağımsızlığa sembol olmuş bir milletiz.
(Nutuk)

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz.
(Nutuk)

Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlâtlarından ibarettir. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
(21 Haziran 1922)   

Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir ben milletimin en büyük ve ecdadımın en kıymetli mirası olan istiklâl aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenlerce bu aşkım malûmdur. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir.   

İstiklâl ve hürriyet âşıkı milletler için, ıstırap anları, o ıstırabın âmilleri, ibret alıp tetikte durmak için daima hatırlanmalıdır. İstiklâl ve hürriyetlerini her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun ihlâl ve takyide asla müsamaha etmemek, istiklâl ve hürriyetlerini bütün mânasıyla masun bulundurmak ve bunun için, icap ederse, son ferdinin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini şanlı bir misalle süslemek: İşte istiklâl ve hürriyetin hakikî mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini vicdanında idrak etmiş milletler için esas ve hayati prensip.

Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini, bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz panislâmizm yapmadık. Belki, "yapmıyoruz, yapacağız" dedik. Düşmanlar da "yaptırmamak için biran evvel öldürelim" dediler. Panturanizm yapmadık, "yaparız, yapıyoruz" dedik, "yapacağız" dedik ve yine "öldürelim" dediler. Bütün dâva bundan ibarettir.
(1921)

 

 

 

 

Basın


Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlıbaşına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.
(1922)

Basın hürriyetinden doğacak mahzurların izalesi bizzat basın hürriyeti ile kaim olduğuna dair Büyük Meclisin yol gösterici ve olgun sahasında tesbit edilen esaslar eğer Cumhuriyetin ruhu olan faziletten mahrum cüret erbabına, basın içinde eşkiyalık fırsatını verirse, eğer aldatıcı ve baştan çıkarıcıların fikir sahasında meş'um tesirleri, tarlasında çalışan masum vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvaların dağılmasına sebep olursa ve eğer en nihayet eşkiyalığın en zararlısına başvuran bu gibi baştan çıkarıcıların kanunların hususî müsaadelerinden faydalanmak imkânını bulursa, Büyük Millet Meclisinin terbiye edici ve kahredici elinin müdahale ve tembih etmesi elbette zaruri olur.

Memlekette Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlâkını taşıyan basını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Bir taraftan geçmiş devirler gazetelerinin ve müntesiplerinin ıslahı imkânsız olanları milletin nazarında belirirken öte taraftan Cumhuriyet basınının temiz ve feyizli sahası genişleyip yükselmektedir. Büyük ve necip milletimizin yeni çalışma ve medeniyet hayatını kolaylaştırıp teşvik edecek işte ancak bu zihniyetteki basın olacaktır.
(1925)

Basın umumî hayatta, siyasî hayatta ve Cumhuriyetin gelişme ve ilerlemelerinde haiz olduğu yüksek vazifeleri anmak isterim.

Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanması ne derece nazik bir vaziyet olduğunu da beyana lüzum görmem. Her türlü kanunî kayıtlardan ziyade bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasî telâkkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin her türlü hususî telâkkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevî mecburiyeti, asıl bu mecburiyettir ki, umumi düzeni temin edebilir. Ancak, bu yolda yanılma ve kusur olsa bile bu kusuru düzeltecek tesirli vasıta, asla mâzide sanıldığı gibi basını kayıtlar altına alan rabıtalar değildir. Bilâkis basın hürriyetinden doğacak mahzurların izale vasıtası da, yine bizzat basın hürriyetidir.
(1924) 

Önem ve yüceliği cihan medeniyetinde açıkça kendisi gösteren basına, hükümetimizin birinci derecede önem vermesi; bu hususta sarf edeceği mesaiyi, millete ifa ile mükellef olduğu hayırlı hizmetlerin baş tarafına koyması yüksek Meclisin kesinlikle isteyeceği hususlardandır.
(1 Mart 1922) 

Bir insan topluluğunun müşterek ve umumî hisleri ve fikirleri vardır. İnsan topluluklarının kıymetleri, medeniyet dereceleri, arzu ve temayülleri ancak bu umumî his ve fikirlerin ortaya çıkma ve belirtilme derecesiyle anlaşılır. Bir insan topluluğunu sevk ve idare eden insanlar için, insan topluluklarının talihi üzerinde hüküm vermek mevkiinde bulunan dostlar veya düşmanlar için milyar, bu insan topluluğunun efkâr-ı umumîyesinden anlaşılan kabiliyet ve kıymettir. Binaenaleyh milletler, ekâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini tanımak ise hayatın gereklerinin tanzimi için şüphesiz lâzımdır. Bu hususta ise mevcut vasıtaların birincisi ve en mühimi basındır.
(1 Mart 1922) 

 

 

Bilim ve Teknoloji


Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fenin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.
1924

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
1922

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
1922 

Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.
1922  

Başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır.
1923  

Halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok aydınlara yöneltilen bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilecek bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır.
1923 

Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır.
1923    

Bu millet ve memleket ilme, irfana çok muhtaç; tahsil yapmış, diploma almış gelmiş, olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek için ilim ve fen almak için Avrupa'ya, Amerika'ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip, öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye ok zayıf kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur.
1923  

İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin güzel (yapıcı) yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.
1923

Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
1923   

 

 

   Cumhuriyet


Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyeti kurduk, o on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.
1933

Cumhuriyet düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve meşru olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız muarızlarımızın insaflı olması lâzımdır. 2
1923

Cumhuriyet ahlâki fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.
1925

Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir.
1924  3

Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslariyle, Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.
1936   

Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.
1925 

Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini hükûmetinin yeni ismiyle medeniyet dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeğe muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.
29 Ekim 1923  

Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşıyacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir.
1926  

Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız.
1923

Gelecek nesillerin Türkiye de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye'nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir.
1927    

Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir.
1927  

 

 

 

Demokrasi ve Hürriyet


Unutulmamalıdır ki, milletin hâkimiyetini bir şahısta veyahut mahdut eşhasın elinde bulundurmakta menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır.
Ocak 1923

Bizim dünya nazarında en büyük kuvvet ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir.
1922

Korku üzerine hâkimiyet bina edilemez. Toplara istinad eden hâkimiyet pâyidar olmaz. Böyle bir hâkimiyet ve diktatörlük ancak ihtilâl zuhurunda muvakkat bir zaman için lâzım olur.
Mart 1930


Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir fikre malik olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetlerine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.
1930   

Vicdan hürriyeti, mutlak ve taarruz edilemez, ferdin tabiî haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.
1930

Hürriyet, insanın, düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir.
1930  


Bu tarif, hürriyet kelimesinin en geniş mânasıdır. İnsanlar, bu mânada hürriyete, hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malûmdur ki insan, tabiatın mahlûkudur. Tabiatın kendisi dahi, mutlak hür değildir; kâinatın kanunlarına tabidir. Bu sebeple, insan ilk önce, tabiat içinde, tabiatın kanunlarına, şartlarına, sebeplerine, âmillerine bağlıdır. Meselâ, dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır ve değildir. İnsan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, tabiatın ve birçok mahlûkların zebunudur. Himaye edilmeye, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye muhtaçtır.
1930  

Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.
1906

Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir.
1906

Hürriyetten doğan buhranlar ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir zaman fazla tazyikin temin ettiği sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir.
1930  

Hürriyet, Türk'ün hayatıdır.

1930

Asrî demokraside ferdî hürriyetler, hususî bir kıymet ve ehemmiyet almıştır; artık ferdî hürriyetlere devletin ve hiç kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Ancak, bu kadar yüksek ve kıymetli olan ferdî hürriyetin, medeni ve demokrat bir millette, neyi ifade ettiği, hürriyet kelimesinin mutlak surette, düşünülebilen mânasiyle anlaşılmaz. Söz konusu olan hürriyet toplumsal ve medeni insan hürriyetidir. Bu sebeple ferdî hürriyeti düşünürken, her ferdin ve nihayet bütün milletin müşterek menfaati ve devlet mevcudiyeti gözönünde bulundurulmak lâzımdır. Diğerinin hak ve hürriyeti ve milletin müşterek menfaati ferdî hürriyeti sınırlar.
1930  

 

 

Devlet İdaresi


İnsanlar daima yüksek, temiz ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu hareket şeklidir ki insan olanın vicdanını, dimağını ve bütün insanî kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük fedakârlık yaparlarsa, yükselirler ve bu hareket şekli mutlaka açık olur.
1926

Çünkü alnı açık, dimağı açık, kalb ve vicdanı açık insanlar tarafından idare olunabilen toplumlar ancak bu mânada hareketlerin izleyicisi olabilirler. Fikirlerini, duygularını ve teşebbüslerini gizli tutanlar, gizli vasıtalar uygulamaya girişenler mutlaka utanma ve sıkılmayı gerektiren, akıl ve mantığın haricinde hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere girişenlerin sonu ergeç acıdır.
1926

Bizim yüzümüz, her zaman temiz ve pâk idi ve daima temiz ve pâk kalacaktır. Yüzü çirkin, vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatansevercesine vicdanlıca ve namusluca hareketlerimizi küçük ve çirkin ihtirasları yüzünden, çirkin göstermeye kalkışanlardır.
1927

Yemin mukaddes bir sözleşme demektir. Namus sahibi olan bir kimse verdiği sözden dönmez.
1919 

Asla hatırdan çıkarmamalısınız: Bizim en büyük kuvvetimizi, bugün de, yarın da dürüst, açık bir siyaset ve sözlerimize bağlılık teşkil edecektir.
1915

Mesuliyet yükü herşeyden, ölümden de ağırdır.
1915    

Hakikati konuşmaktan korkmayınız.


1918

Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketimizin hesabını verebilecek bir vaziyette bulunmak lâzımdır.
1930   

Yapmamıza imkân hasıl olan işleri yapmazsak, tarih bizi tenkit eder.
1928

Millî egemenlik esası üzerinde idare edilen medeni devletlerde, kabul edilmiş ve fiilen geçerli bulunan esas; milletin genel isteklerini en çok temsil eden ve bu isteklerin bağlı olduğu menfaat ve gerekleri, en yüksek kudretle ve selâhiyetle yapabilecek siyasî grubun, devlet işlerinin idaresini üzerine alması ve bu mesuliyeti en yüksek liderinin omuzuna bırakması prensibinden ibarettir.
1927  

Zaten bu şartları kazanamayan bir hükûmet vazife yapamaz. Hükûmetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükûmet yapmak ve onu partinin birinci liderlerini emir ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak fikri, elbette doğru değildir. Bunun feci neticeleri bilhassa Osmanlı Devletinin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükûmetlerinden, millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir?
1927    

Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmet kurmayı, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye terk etmesi ise asla sözkonusu olamaz.
1927

Kaideten ve usulen milletin ekseriyetini temsil eden ve özel amacı belli olan parti, hükûmeti kurma mesuliyetini üzerine alır ve kendi amaç ve prensiplerini memlekette uygular.
1927   

Bizim telâkkimize göre, siyasî kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz.
1930

İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez; millet ve devlet şeref ve bağımsızlığı temin edilemez.
1927

İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk milleti, Türkiye'nin gelecek çocukları, bunu, bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar.
1927  

Bir hükûmet iyi midir, fena mıdır? Hangi hükûmetin iyi veya fena olduğunu anlamak için, "Hükûmetten gaye nedir?" bunu düşünmek lâzımdır. Hükûmetin iki hedefi vardır. Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükûmet iyi, edemeyen fenadır.
1923

Gerçi asıl olan millettir. Toplumdur. Onun da umumî iradesi, Mecliste belirir; bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini fertlerle, şahıslarla yapmaktadır. Her devletin işlerini yöneten şahıs ve şahıslar meydandadır. Hakikati, mânasız görüşlerle inkâra yer yoktur.
1922

Benim istediğim sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisinde açıkça münakaşa edilmesidir. Büyük Millet Meclisinde Türk milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir iş yoktur.
1930

Millete efendilik yoktur. Hizmet etme vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur.
1921

Yapmak iktidarında olmadığımız işleri uyuşturucu, oyalayıcı sözlerle yaparız diyerek millete karşı gündelik siyaset takip etmek prensibimiz değildir.
1931

Memleket işlerinde, millet işlerinde, hakikî işlerde duygulara, hatıra, dostluğa bakılmaz.
1922

Memleket dayanışma isteyen bir birliğe muhtaçtır. Alelâde politikacılıkla milleti parçalamak, hıyanettir.
1925

Milleti idarede prensibimiz, milletin müşterek ve umumî fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakikî ve ciddi olabilmesi, milletin maddî ve manevî ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır.
1925

Milleti, aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete, âdi politikacılar gibi yalancı vaadlerde bulunmaktan nefret ederiz.
1925

Millet tarafından, millet adına, devleti idareye yetkili kılınanlar için, gerektiği zaman, millete hesap vermek, mecburiyeti, lâubalilik ve keyfî hareketle uzlaşamaz.
1930

Ben düşündüklerimi önce milletimin arzusunda, ihtiyaç ve iradesinde görmeyi şart sayan ve bunu gördükten sonra ancak, uygulaması ile kendimi vazifeli bilen bir adamım.
1923

Bu memlekette çalışmak isteyenler, bu memleketi idare etmek isteyenler memleketin içine girmeli, bu milletle aynı şartlar içinde yaşamalı ki ne yapmak lâzım geleceğini ciddi surette hissedebilsinler.
1923

Her ne suretle olsun, hizmet edenler milletten büyük mükâfatlar bekliyorlarsa katiyen doğru bir harekette bulunmuş olmazlar. Milletten çok şey istememeliyiz. Hizmet edenler, namus vazifelerini yerine getirmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır.
1923

Cumhuriyetçi ve milliyetçi olmakla beraber partimiz programından başka bir programla ve partili olmanın tabiî kayıtları dışında serbest çalışacak samimî yurttaşların millet kürsüsünden yapacakları tenkitler ve söyleyecekleri düşüncelerle millî çalışmanın kuvvetleneceği kanaatinde bulunuyoruz.
1935

Büyük Millet Meclisinde ve millet karşısında millet işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyet sahibi kişilerin ve partilerin özel görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir. Memnuniyetle görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Bundan ötürü Büyük Mecliste aynı temele dayanan yeni bir partinin faaliyete geçerek millet işlerini serbest münakaşa etmesini cumhuriyetinin esaslarından sayarım.
1930

Artık, bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükûmetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür.
1930

 

 

Din ve Lâiklik


Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur -tefsirler, hurafeler- binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.
1922

Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamağa çalışıyor; kaste ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.
1922  

Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki: İnsanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâa olunabilir. İlk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, beşeriyetin erginlik ve olgunluk devridir.
1922 

İnsanlık birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddaî vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının lâzım olan olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullariyle meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Âdem Aleyhisselâmdan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasiyle en son dinî, medenî gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmağa lüzum görmemiştir. İnsanlığın kavrayış derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması sayesinde her kulun doğrudan doğruya tanrısal düşüncelerle temas kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır.
1922   

Muhammed'i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?
1923   

Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.
1923    

Bizim dinimiz en mâkul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.
1923

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.
1923  

Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini muhafaza etmelerini emrediyor.
1923

Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, islâmın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı.
1923   

Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor.
1923

Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.
1923  

 

Yunan serpuşu olan fesi giymek uygun olur da, şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?
1925  

Seyahatim esnasında köylerde değil bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun ve itina ile kapatmakta olduklarını gördüm. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok iffetli ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi kavrayışlı ve düşünür insanlardır. Onlara ahlâka ait kutsal kavramları telkin etmek, millî ahlâkımızı anlatmak ve onların dimağını nur ile, temizlikle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe lüzum kalmaz. Onlar yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.
1925

Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mâna ve anlamı nedir? Efendiler, medenî bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi lâzımdır.
1925

 



Baylar ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensublar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır.
1925

Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.
1923

 

 

Ekonomi


Bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle, yükselmesiyle, düşkünlüğüyle ilgili olan en önemli faktör, milletin iktisadiyatıdır.
1930

Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu yüceliğe ulaştırabilmek için mutlaka iktisadiyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka birşey değildir.
Şubat 1923

Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadî zaferlerle desteklenmezse payidar olamaz, az zamanda söner.
1922 

Türkiye'nin gerçek efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak (en çok lâyık) olan köylüdür.. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisadi siyasi aslî gayeyi gözetir.
1 Mart 1922   

Ferdî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az bir zaman için de milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa iktisadî sahada devleti fiilen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır.
1923 

Tarih, milletlerin yükselme ve alçalma sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, içtimaî sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler içtimaî hâdiseler üzerinde tesir yaparlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, alçalışıyla alâkası olan, münasebetli olan, milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübelerin tespit ettiği bu hakikat bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirir. Gerçekten Türk Tarihi tetkik olunursa, bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka birşey olmadığı anlaşılır.
1923   

Tarihimizi dolduran bunca muvaffakiyetler, zafer ve mağlûbiyetler, bozgunlar ve felâketler, bunların hepsi vukua geldikleri devirlerdeki iktisadî şartlarımızla münasebetli ve alâkalıdır. Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu mertebeye çıkarmak için muhakkak iktisadiyatımıza birinci derecede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka birşey değildir.
1937  

Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.
1937

Milletimizin kuvvetli seciyesi, sarsılmaz iradesi, ateşli milliyetçiliği, iktisadi muvaffakiyetinden doğacak feyizlerle de lârünüz, altı kaval üstü şişane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle nitelendirilmeye razı mısınız, arkadaşlar? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte mâna var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, anlamıyorsunuz, demek doğru mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin muhafazası için bir kap yapmak lâzımsa onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt doğru mudur? Bizi tereddüde sevkedenler varsa onların ahmaklık ve kalınkafalığına karar vermekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz?
1925  

Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmenin yeri yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet, bizim için çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, ceket ve elbette bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta kenarlıklı serpuş. Bunu açık söylemek isterim: Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, simokin gibi, frak gibi, işte şapkamız!
1925      

Buna uygun değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:
1925


 

Kültür


Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Bu sözü burada ayrıca izaha lüzum görmüyorum. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyetinin okullarında birçok vesilelerle eser halinde tesbit edilmiştir.
1936

Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mâna çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir.
1936  

Türkiye Cumhuriyeti çocukları, kültürel insanlardır. Yani hem kendileri kültür sahibidirler, hem de bu özelliği muhitlerine ve bütün Türk milletine yaymakta olduklarına kanidirler.
1936

Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz.
1932  

Bir millî terbiye programından bahsederken, millî karakter ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyoruz.
Temmuz 1924   

Şimdiye kadar takibolunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerilemesinde en mühim etken olduğu kanaatindeyim. Onun için millî terbiye programından bahsederken eski devrin hurafatından ve yaradılışımızla hiç de münasebetli olmayan yabancı fikirlerden, Doğudan ve Batıdan gelen tesirlerden tamamen uzak millî seciye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dâvamızın inkişafı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lâlettayin bir yabancı kültürü şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür zeminle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir.
15 Temmuz 1921   

Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır.
3.8.1932

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.
1923

Dünyanın bellibaşlı milletlerini esaretten kurtararak, hâkimiyetlerine kavuşturan büyük fikir cereyanları; köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır.
1923

Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kasdetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikatı bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikatı gören hakiki âlimler çıkabilir.
22.3.1923

Geçen Kurultaydan bugüne kadar kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler Türkiye Cumhuriyetinin millî çehresini kesin çizgilerle ortaya çıkarmıştır.
1935

Yeni harfleri, millî tarihi, öz dili, sanatı, ilmi, müziği, teknik kurumlarıyla kadını erkeğe her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir.
1935

Türk Milleti, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırlarıyla çizdikten sonradır ki onun yüksek kapasitesi ve fazileti milletlerarasında tanınır. Türk Milletine fıtrî rengini veren bu inkılâplardan herbiri çok geniş tarihi devirlerin öğünebileceği büyük işlerden sayılsa yerindedir.
1935

Kültür dediğimiz zaman bir insan cemiyetinin, devlet hayatında fikrî hayatında, iktisat hayatında yapabilecekleri şeylerin muhassalasını (toplamını) kastediyoruz ki, medeniyet de bundan başka bir şey değildir.
1929

 

 

Medeniyet


Biz her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetinin anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın; düşüncelerini, fikirlerini medeniyetin emrettiği değişiklik ve yükselmeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. 5-6 sene içinde kendimizi kurtarmışsak zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz; çünkü mecburuz. Millet açıkça bilmelidir, medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır.
1925   

İnkılâbın temellerini her gün derinleştirmek, desteklemek lâzımdır. Birbirimizi aldatmayalım. Medenî dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dahil olmak mecburiyetindeyiz. Bütün boş ve temelsiz sözleri ortadan kaldırmak lâzımdır. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler mânasızdır. Şapka da giyeceğiz, Batının her türlü medenî eserlerini de alacağız. Medenî olmayan insanlar, medenî olanların ayakları altında kalmağa maruzdurlar.
1925      

Ben, şimdiye kadar millet ve memleket iyiliğine ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, gayemiz hep millet ve memleketimizin kurtuluşu, mutluluğu ve gelişmesidir.
1925

Şimdiye kadar yaptığımız işlerde ve aldığımız kararlarda bizi aldatan ve millet aleyhine neticelenen hiçbir şeyimiz yoktur ve gösterilemez. Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve refahlı kılmaya çalışacağız ve bunu yapmağa mecburuz.
1925   

Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi hasmane bir his beslemediğimiz gibi, onlarla samimâne münasebetlerde bulunmak arzusundayız. Türkler bütün medenî milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler; bize zarar vermemek, hürriyetlerimize güçlükler çıkarmaya çalışmamak şartiyle burada daima iyi kabul göreceklerdir. Maksadımız yeniden yakınlık meydana getirmek, bizi başka milletlere bağlıyan ilgileri arttırmaktır. Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lâzımdır. Osmanlı İmparatorluğunu çöküşü, Batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hatâ idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.
1923   

Biz, Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.

Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti harstan ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu noktai nazarımı izah için hars ne demektir tarif edeyim:

Bir insan cemiyetinin a- Devlet hayatında; b- Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda; c- İktisadî hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava'ya ait ulaştırma işlerinde yapabildiği şeylerin sonucudur.
1930

Bir milletin medeniyeti denildiği zaman hars namı altında saydığımız üç nevi faaliyet sonucundan hariç ve başka bir şey olamıyacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin harsı, yani medeniyet derecesi bir olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi bu fark üçünün sonucu üzerinde de görünür. Mühim olan sonuçlar üzerindeki farktır. Yüksek bir hars, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer milletlerde de tesirini gösterir, büyük kıt'alara şamil olur. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve şamil harsa medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti, şimdiki çağ medeniyeti gibi.
1930

Zulüm medeniyetle uyuşamaz. İstidatsızlık taaffa lâyık bir şey olamaz. Çünkü milletler işgal ettikleri arazinin hakikî sahibi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak ta o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından hem kendileri istifade eder ve dolayısiyle bütün beşeriyeti istifade ettirmekle görevlidirler. Bu prensibe göre bundan âciz olan milletler yaşama ve bağımsızlık hakkında lâyık olamamak lâzım gelir.
1920

Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet boşunadır ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar herşeyi gören, aydınlatan, tetkik eden medeniyetin kudret ve yüksekliği karşısında ortaçağa ait zihniyetle, iptidaî uydurma hikâyelerle yürümeye çalışan milletler mahvolmağa veya hiç olmazsa esir ve aşağı olmağa mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı, yenileşen ve olgun bir kütle olarak ilelebet yaşamağa karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte görülmemiş kahramanlıklarla parça parça etmiştir.
1925

Benim kanaatim o idi ki, ve daima o oldu ki dünyada insan diye yaşamak istiyenler, insan olmak vasıflarını ve kudretini kendilerinde görmelidirler... Bu uğurda her türlü fedakârlığa razı olmalıdırlar. Yoksa hiçbir medenî millet, onları kendi sırasında ve safında görmek istemez.
1926

Bilirsiniz ki dünyada her kavmin, varlığı kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medenî eserlerle orantılıdır. Medenî eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler hürriyet ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdurlar. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileri değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığı gösterenler, umumî medeniyetin coşkun seli altında boğulmağa mahkûmdurlar.
1924

Medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeğe bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne olgunlaşma ve ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi zaruridir. Medeniyetin ihtirasları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, iktisadî siyasî acze sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurlarının tabiî haklarına malik olmaları, aile vazifelerini idareye yetenekli bulunmaları lâzımdır.
1924

Bağımsızlığını ve değerini dünyaya tanıtmak özellikleri, liyakatı ve kudreti taşıyan milletleri, medeniyet yolunda da hızlı ve başarılı adımlarla ilerlemek istidatları, kabul olunmak lâzımdır. Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf ve âdetleri, hisleri ve inanışları mühimdir. Bu itibarla, toplumlar, önayak olacak fertler üzerinde, âdeta âmir ve hâkim bir tesir gösterirler. Fakat, yaradılıştaki istidat ve liyakati, gelişme ve yükselmeğe erişmiş milletler; medeniyetin bugünkü gelişmelerinden feyiz ve ilham almış aydın evlâtlarının sevk ve rehberliğiyle, mazide kaçırdıkları fırsatların doğurduğu gecikmeleri, telâfi çaresini bulmakta gecikmezler.
1928

Bugünkü Türk milleti, mâzinin en derin medeniyetlerinde kuruculuk iddia eden bu Türk kavminin bugünkü çocukları açık ve sağlam yolu bulmuşlardır.
1930

Memleket mutlaka asrî, medenî ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat dâvasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye, ya yeni fikirle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır, veyahut olamıyacaktır. Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz, ne kadar yenilik taraftarıdır.
1923

Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye'de asrî, binaenaleyh batılı bir hükûmet vücude getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de, batıya yönelmemiş, millet hangisidir? Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle güçleştirildiğini gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.
1923

 

 

 

Milli Eğitim


En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur.
1922

İlim ve teknikle ilgili teşebbüslerin faaliyet merkezi mekteptir. Bu sebeple lâzımdır... Mektep adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım: Mektep genç beyinlere, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi bağımsızlığı öğretir... Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir... Memleket ve milleti kurtarmağa çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları lâzımdır. Bunu temin eden mekteptir. Ancak bu şekilde her türlü teşebbüslerin mantıkî neticelere erişmesi mümkün olur.
1922  

Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir.
1922

Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalinin yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir. Fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi diğerine üstün tutulur? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz, bu iki ordunun ikisi de hayatîdir.
1923      

Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizleri bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz.
1923    

Bir millet kültür ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin sürekli neticeler vermesi ancak kültür ordusunun varlığına bağlıdır. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun verimli sonuçları kaybolur.
1923

Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet adını almak istidadını kazanmamıştır. Ona alelâde bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır.
1925   

Memleketi ilim, kültür, iktisat ve bayındırlık sahasında da yükseltmek, milletimizin her hususta pek verimli olan kabiliyetlerini geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek lâzımdır. Bu kutsal amaçları elde etmek için savaşan aydın kuvvetlerin arasında öğretmenler en mühim ve nazik yeri almaktadırlar.
1923

Mekteplerde öğretim vazifesinin itimada şayan ellere teslimini, memleket evlâdının, o vazifeyi kendine hem bir meslek, hem bir ülkü sayacak, üstün ve saygıdeğer öğretmenler tarafından yetiştirilmesini temin için öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi, derece derece ilerlemeye ve her halde refah teminine müsait bir meslek haline konulmalıdır. Dünyanın her tarafında öğretmenler, toplumun en fedakâr ve saygıdeğer unsurlarıdır.
1923

Yeni nesil, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır.
1924

Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.
1924

İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmağa mahkûm olmadığına emin olun.
1931

Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır, veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terkeder.
1925

Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1- Milliyetine, 2- Türkiye Devletine, 3- Türkiye Büyük Millet Meclisine; düşman olanlarla mücadele lüzumu. Fertleri bu mücadele gerekleri ve vasıtalariyle donanmayan milletler için yaşama hakkı yoktur. Mücadele, mücadele lâzımdır.
1922

Gelecek için hazırlanan vatan evlâdına, hiçbir güçlük karşısında başeğmeyerek tam sabır ve dayanma ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına yavrularının tahsillerinin tamamlanması için her fedakârlığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim.
1921

Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin ne kadar kararlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silâhiyle olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur.
1921

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve millî düşünceleri tam bir imanla her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müdafaa zorunluluğu aşılanmalıdır. Yeni neslin bütün ruhsal kuvvetlerine bu özellik ve kabiliyetin zerki mühimdir. Daimî ve müthiş bir savaş şeklinde beliren milletler hayatının felsefesi, bağımsız ve mesut kalmak isteyen her millet için bu yüksek özellikleri şiddetle istemektedir.
1921

 

 

 

Milli Egemenlik


Egemenlik, hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez.
1922

Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat'î mânasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir.
1923  

Bir insan, belki kendi arzusiyle şahsî hürriyetini yok etmek ister, fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı, bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez.
1923 

Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.
1923

Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.
1923

Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.
1923

Kuvvet birdir ve o milletindir.
1937

Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmağa mahkûmdurlar.
1929

Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik...
1920

Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurtarmak için egemenliklerine kavuşturan büyük fikir akımları, köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır.
1923

Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz.
1923

Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir.
1923

Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi kahredecektir.
1923

Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.
1923

Kendilerine bir milletin tahili bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zabt ve işgal etmek o memleketin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zabtolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki asırların getirdiği bir millî ruha, hiçbir kuvvet mukavemet edemez.
1924

Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmağa gücü yetecek kadar kuvvetli müstebitler artık dünya yüzünde kalmamıştır.
1924

Büyük Millet Meclisi Türk milletinin asırlar süren aramalarının özeti ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsalidir.
1923

Türk milleti mukadderatını Büyük Millet Meclisinin kifayetli ve vatanperver eline tevdi ettiği günden itibaren karanlıkları sıyırıp kaldırmış ve ümitle istikbale yönelmiştir.
1923

Yeni Türkiye Hükümetinin öz cevheri millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız ve şartsız hâkimiyetidir.
1923

Gerek askerlik, gerekse siyaset hayatımın bütün devir ve safhalarını dolduran mücadelelerimde daima hareket düsturum millî iradeye dayanarak milletin, vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.
1920

 

 

 

Millî Mücadele


Millî mücadelenin maksat ve gayesi tam istiklâlini ve kayıtsız-şartsız egemenliğini sağlamak ve sürdürmektir. Millet, dış istiklâlini kazanmak için, lâzım gelen hattı hareketini misakı millî ile ifa etmiştir. Millî hakimiyetini elde edebilmek için, takibi lâzım gelen hareket hattını da Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile tesbit etmiştir.
1923  

Esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlık edinilmesiyle sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bayındır olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumunda yüksek bir işlem için değer taşıyamaz. Yabancı bir devletin koruma ve esirgemesini benimsemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçyetmezliği ve uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılığa düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı getirmeleri asla düşünülemez.
1920

Oysa, Türk'ün haysiyet ve kendine inanı ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
1920

Dolayısıyla ya istiklâl, ya ölüm!
1920

Biz haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz çarpışmanın kutsallığı düşüncesinde ve hiçbir gücün bir milleti yaşamak hakkından yoksun kılınmayacağı inancındayım.
1920

Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.
1920

Ben, 1919 senesi mayıs içinde Samsun'a çıktığım gün elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu millî kuvvete, bu Türk Milleti'ne güvenerek işe başladım.
1937

Ben, Türk ufuklarından bir gün mutlaka bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.
1937

Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve aşağılığı kabul etmez.
1919

Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü zaman görevli oldukları, vicdanen, namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar. Bunu elbette yapacaklardır. Yapmaları mecburi idi, vicdani idi, insani idi, millî namus gereği idi. Ben bu mukaddes esasların dışında hareket edebilir mi idim? Efendiler; elbette edemezdim. Türk Milleti'nin hakiki hiçbir ferdi bu gereklerin haricinde hareket edemezdi. Ben elbette bu elim manzara karşısında vicdanımın emirlerine muhalif, millî namusumuza aykırı hareket edemezdim.
1925

Bağımsızlık gayesinin elde edilişine kadar, tamamiyle milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Artık benim için Anadolu'dan hiçbir yere gitmemek katidir.
1919

Millî irade kendi istikametinde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek uyanış ve coşkunluk hasıl olmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve vazifede kusur etmemek temel şarttır.
1919

Millî dava ancak bu inan, bu irade ve azimle gerçekleştirilecektir. Yaşaması ve muzaffer olması gereken değersiz şahıslarımız değil, millî kurtuluşu temin edecek olan fikirlerdir.
1919

Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için bütün aydınların, herkesin hazır olması lâzımdır. İstanbul'a gitmeyeceğiz. Anadolu, en büyük hazinedir. Vatanın sinesinde kurtuluş çarelerini beraberce ölünceye kadar aramaya, temin etmeye çalışacağız.
1919

Bazı arkadaşların yoksulluk içinde bu büyük dâvanın başarılamayacağını zannederek, memleketlerine dönmek arzusunda olduklarını duydum. Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvaya silâh zoruyla davet etmedim, görüyorsunuz ki sizi burada tutmak için de silâhım yoktur. Dilediğiniz gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz ki, bütün arkadaşlarım beni yalnız bırakıp gitseler, ben bu Meclis-i Âli'de tek başıma kalsam da, mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara'ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silâhımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elma Dağı'na çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken, ben de milletim uğruna hayata veda edeceğim. Huzurunuzda buna and içiyorum.
1920

Millî müdafaamızı; düşmanların bayrakları, babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terkedemeyiz. İstanbul mabedleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye mecburuz. Kendi hükûmetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti bahasına nail olacağımız huzur ve mutluluktan bin kere üstündür.
1920

Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükûmet, bunlar hepsi anlamı kalmamış birtakım mânasız sözlerden ibarettir. O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
1927

Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da millî egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek!
1927

İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
1927

Harcici siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak, hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz. Şimdiki medeniyetin devletler arası münasebetlerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özeti demek olan "her milletin kendi mukadderatına kendisinin hâkim olması" hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız talebimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan kanların mesuliyeti şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, millî davamızı takipten yıldıracak hiçbir vasıta, hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız, bizim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf yaratıkların bile bu isteğe karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini müdaafaya çalışmasından daha tabii bir şey yoktur.
1921

Bizi imha etmek görüşü karşısında mevcudiyetimizi silahla muhafaza ve müdafaa etmek pek tabiîdir. Bundan daha tabiî ve daha meşru bir hareket olamaz.
1921

Düşmanın mükemmel ve kuvvetli ordularını mağlup etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret, dâvamızın meşruluğundandır. Gerçekten, biz millî hududumuz dahilinde hür ve müstakil yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz Avrupa'nın diğer milletlerinden esirgenmeyen, haklarımıza tecavüz edilmemesini istiyoruz.
1921

Biz bir amaç takibediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak milletimizin muayyen hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyliyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.
1920

Millî mücadeleyi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlâtlarıdır. Millet, analarıyla, babalarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine ülkü edindi. Millî mücadelede şahsî hırs değil, millî ülkü, milli izzetinefis hakiki etken olmuştur.
1925

Ben, memleket ve milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim inancıyla Anadolu'ya geçtiğim ve amacın gerektirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman cebimde, emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Fakat parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak olduğum hedefe yönelmiş adımları durdurmaya değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk, yürüdükçe, muvaffak oldukça maddi güçlükler kendiliğinden ortadan kalktı.
1926

Türk Milleti, kendisi için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışan müteşebbisleri, heyetleri güçlükler karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek şeref hisleriyle donanmıştır.
1926

Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Nisan 1922

Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi selâmetini, kendi saadetini memleketin ve milletin saadeti ve selâmeti için feda edebilen vatan evlâtları çoktur.
Nisan 1922

Birinci İnönü Meydan Muharebesi, inkılâp tarihimizin çok mühim, çok verimli bir sayfasıdır. Gelecek nesiller ve bütün dünya bu sayfayı araştırıp inceledikçe Türk inkılâbını yapan bugünkü Türk ordusunu ve bu orduyu bağrından çıkaran bugünkü Türk Topluluğunu, elbette saygı ile anacak ve takdir edecektir.
1925

Birinci İnönü, muharebe meydanının ufuklarında yükselen zafer güneşi, Türk milletinin yüksek fazilet ve mâneviyatının belirtisidir. Bu doğuş karşısında büyük bozgunlar oldu...
1925

Birinci İnönü Zaferi, İkinci İnönü Zaferinin, Sakarya büyük kanlı savaşının ve en nihayet Türk vatanının; Türk bağımsızlığının ilk zafer müjdecisi olmuştur. Bu sebeple Birinci İnönü Meydan muharebesini kazanan Türk ordusunun bütün mensupları, dünya tarihinde unutulmaz şanlı bir menkibe sahibi olarak ebediyen yaşayacaklardır.
1925

Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakaryada kazanmış olduğu meydan muharebesi pek büyük bir meydan muharebesidir. Harb tarihinde benzeri belki olmıyan bir meydan muharebesidir. Büyük meydan muharebelerinden biri olan Mukden Meydan Muharebesi dahi yirmibir gün devam etmemiştir.
1921

Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyliyecek söz bulamam, yalnız ifadede isabet edebilmek için diyebilirim ki, bu muharebe subay muharebesi olmuştur. Bu sebeple subay arkadaşlarımın en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar kıymet ve fedakârlıklarını bütün kalb ve vicdanımla ve takdirlerle yadeylerim. Fertlerimizi methüsenadan çok yüksek görürüm. Zaten bu milletin evlâdı başka türlü tasavvur edilemez. Bu milletin evlâtlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için ölçü bulunamaz. Askerlerimiz hakkında yeni bir şey ilâve etmek isterim: Kahraman Türk askeri, Anadolu muharebelerinin mânasını anlamış, yeni bir ülkü ile muharebe etmiştir.
1921

Böyle evlâtlara ve böyle evlâtlardan mürekkep ordulara malik bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını bütün mânasiyle muhafaza etmeğe muvaffak olacaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum etmeğe kalkışmak hayal ile vakit geçirmektir.
1921

Afyonkarahisar-Dumlupınar meydan muharebesi ve onun son devresi olan 30 Ağustos Türk tarihinin en büyük bir dönüm noktasını teşkil eder. Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar keskin neticeli ve bütün tarihte, yalnız bizim tarihimizde değil, dünya tarihinde yeni yön vermekte kesin tesirli böyle bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.
1924

Bu Anadolu zaferi tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kadir ve ne kadar zinde bir kuvvet olduğunun en güzel bir misali olarak, kalacaktır.
1922

Biz, bu harekâtı, neticesini tamamen bilerek yaptık. Bütün bunlar belki bütün dünyaya hayret verecek niteliktedir. Onun için ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar bu muazzam eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar. Fakat; hiçbir vakit öyle değildir. Hareket bütün teferruatına kadar tamamen düşünülmüş, tespit olunmuş, hazırlanmış, idare edilmiş ve neticelendirilmiştir.
1922

Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.
1922

Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıçtan kurtulanları Akdenize, Marmaraya döken harekâtımızı izah ve tavsif için söz söylemekten kendimi müstağni sayarım.
1927

Her safhasiyle düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subay ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tesbit eden muazzam bir eserdir.
1927

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölmez âbidesidir. Bu eseri meydana getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan daima mesut ve bahtiyarım.
1927

30 Ağustos Bayramında tebrikleri kabul ederken:

Bu zaferi kazanan ben değilim. Bunu, asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların herbirinin adını Kocatepe'nin sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır: Türk askeri... Tebriklerinizi onların namına kabul ediyorum!...
1928

Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini gözönüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini ve kahramanlık ve vatanseverlik kaynaklarını yarışırcasına göstermeye devam etmesini isterim.
1922

Ordular; ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!
1922

Türk kumandanları, kumanda etmesini, Türk askeri ölmesini bildi. Harbi kazanışımızın sırrı bundan ibarettir.
1922

Vatanın kurtuluşu, milletin görüş ve idaresi kendi alınyazısı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zaman başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla olumlu ve kesin neticelere ermiş.
1922

Memleketimizi hiçbir hak ve adalete dayanmayarak çiğnemek ve çiğnetmek teşebbüsü, muzaffer ordumuzun fedakârane ve cansiperane gayretiyle lâyık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve milletimiz, tarihin nadir kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır.
1923

Şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiçbir vakit bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler mühimse, gösterilen muvaffakiyetler belli ise, inkılâplar dikkati çekici ise her fert kendini tebrik etmelidir. Çünkü böyle büyük şeyleri ancak çok kabiliyetli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her ferdi, böyle en kabiliyetli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin.
1923

Bütün bu muvaffakiyet yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün muvaffakiyet, bütün milletin azim ve imanıyla çalışmasını birleştirmesi neticesidir. Kahraman milletimizin ve seçkin ordumuzun kazandığı başarı ve zaferlerdir.
1928

Kahraman Türk ordularının kazandıkları büyük zaferlerde şahsıma düşmüş olan vazifeleri yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söyliyeyim ki; benim, ordularımızı yönelttiğim hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve kumandanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, azimlerinin, ülkülerinin yönelmiş olduğu hedefler idi.
1928

Her safhası vatan için, evlâtlarımızın torunları için şerefli hâdiselerle dolu büyük bir kahramanlık menkıbesi teşkil eden Anadolu muharebelerinin heyecan veren tafsilâtını tarihin diline terkediyorum. Millet; milletin ruh sanatı, musikisi, edebiyatı ve bütün estetiği, bu kutsal mücadelenin ilâhî nağmelerini sonsuz bir vatan aşkının coşkun heyecanlarıyla daima şakımalıdır.
1923

  Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21. yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider.

            Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun sürecanlı kalabilmeyi başarmak değil midir?

            ATATÜRK' ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.

           Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir.
 Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. 
En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı,
 Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan,
 hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı
 Atina'daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, 
ATATÜRK' ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor.
 Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.                                                                                   

             Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birdençoksıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner
 ve aynen şöyle der:

           "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile 
Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim " 
dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal'i.

            Yada, yıl 1938. Bir İranlı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine 
bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki;

           

"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir. " dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.

            Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki " Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir ?
 Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı 
UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. 
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:

            "Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız? " şeklindeki kinayeli sözlerine, 
Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;

            "Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız " 
sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur?
 UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, 
hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; 
hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye.
 O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir
 ve aynen şunları söyler;

            "Ben ATATÜRK' ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor 
ilk imzayı ben atıyorum " diyecektir.

            İşte o muhteşem belge diyor ki;

" ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ,
 BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, 
OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKILAPÇI,
 SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, 
İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ,
 BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, 
DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, 
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"

            Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki " bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.

            Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı[1] ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti'ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki " Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK' ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"

            Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; " Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'TÜR. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir." 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal'in, Devlet adamı Mustafa Kemal'in çok dışında bir Mustafa Kemal.

            2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dedi ki: " Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim. " Norveççe' de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde ATATÜRK gibi düşün ". O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorum ki galiba Norveççe' den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.

            Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK' le bir röportaj yapar. Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal'e şöyle sorar gazeteci; " Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle :

            "Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz ". Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye'yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış " Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım". dedim yazara ATATÜRK 'ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslında.

            Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter. Filipinlerden Çin'e kadar o kadar çok örnek var ki. 
Ama gördük 1925'de 1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ülkeden, 
her cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle, 
saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa Kemal'den bahsediyoruz.
 Bu gün Türkiye'nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye'nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de çözer. 
Evet Türkiye'de lider yetiştirme sorunu var.

            Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden bahsediyorum. İşte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor. Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının

Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı yada Başbakanı, 
Maliye Bakanı yada evinin anne babası olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRK' le sizinle paylaşacağım.

            İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanır mısınız sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?

            ATATÜRK' ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki Çanakkale'de topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de anlatacağım. O günün Ankarası kurak, çorak bir köy. Çankaya'dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. " Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?", "Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var ". Yani "niye şaşırıyorsunuz?" der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına "İşte bu benim..." derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor " Ne yaptınız bu ağaca" diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için mecburduk kestik o ağacı". 
"Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum " diyor. Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, 
şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. 
Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve lideri olduğu için de bu toprakların 
da o iğde ağacının da sorumluluğu
 Mustafa Kemal'in omuzlarındadır da onun için.          

 Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı. Hani "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim " diye. Çok değil doğa katliamı, en kolay yaptığımız katliam.

            Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. " Yahu" der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?" der. Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz ". Bir an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız" der. Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutupta ağaçtan
uzaklaştırmak? Ama inanır mısınız mühendis değil, mimar değil, 
ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz? İstanbul'daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova'ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder. [2]

 

            Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 
1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün. "ATATÜRK ve Türk kadını" konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordu ki " Amerika da eski bir ünlü bir müzikhol hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? " Ya öğretmenim biz tarihe pek bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak" diyince arşivimde 1930'da ATATÜRK' ün bu işi yaparken çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki " şu anda ne söyleyeceksiniz bana?". Bir genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler. Faksta aynen şu yazıyordu "İkinci haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler " Bu gün 1996, Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için" bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz.

           

Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı anlattınız bunlar
 ATATÜRK' ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü' ne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak aktarmış; " Ah ! burada bi kulübem olsaydı keşke". "Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya" demişler. "Buradaki ağaçlara ne olacak peki". " Paşam buradakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Bir an durur, " Bir tek şartla kabul ederim" der. "burada yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin vereceğim ". Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını Çankaya'dan Söğütözü' ne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü' ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.

            İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN' u davet edelim. 
Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. " Gel Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, 
gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını,
 hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. " Ya paşam hayrola" der. 
Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. " Ya paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz?" der.  ATATÜRK' ün cevabı ATATÜRK'ÇEDİR. Derki " Ben en zor olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu arada Tahsin ÇOŞKAN " Paşam burada hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim. Derki "Tahsin buraya ziraatçıları getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili ". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı, üzerinde "Burada hiçbir şey yetişmez" yazılı, altında da ziraatçıların imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ". Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara soruyorum diyorsunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yemektedir. Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.            Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade' nin kafa çok karışık. "Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burada orman olacağını? " der. "Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN' ın burada bir şey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, buradaki köylülere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burada ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki gün Çankaya'da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana "ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burada ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin COŞKAN' ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim " diyecektir.  Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani ATATÜRK'E kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN' dı. Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930'dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.

            Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Vanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK' le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK' ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.  Peki başka bir lider var mı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyor ki Mustafa Kemal "çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bi liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.

            Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal'e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK' ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada " kültür antropologu" sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir.  "Kültür antropologu" nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel' e gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. " Ya ne yapıyor Mustafa Kemal" diyorlar. Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra " gelin diyor Ahlatlıbel'e gidiyoruz". Hemen geliyor diyor ki "arkeologlar toplanın ". Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeologumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞAR'ın bir e bir anısıdır. Toplanıyor ve diyor ki Mustafa Kemal heyecanla; "kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir ". Yabancı arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun" der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal'in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular oradan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamayacaklardır.

 Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı "Sırat Köprüsü" adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince " bana Galip ARCAN'ı çağarın!" der. Galip ARCAN gelince "bu piyesi siz mi yazdınız? "der. "Evet paşam ben yazdım". "Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin'in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum " diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyor musunuz. Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki "a be Atam boldvilin'e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın". Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK' le iddiaya girmek gibi, dedim " senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun".  O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim "herhalde burada iddiayı kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk " Gel Cezmi gel, burada başkomutan sensin. ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın" der. Cezmi AR hayatının son günlerinde " ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım" diyecektir.

                        Bu arada ATATÜRK' ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyor ki ATATÜRK için " Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal'dir ". Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.Peki, tamam laf iyide diyorsunuz ki; laflar karın doyurmuyor. Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı bir yerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki" Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma değil. Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemet'in, Fransız Türkoloğu Devin'in Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlar ki " niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği cevaba bakın. onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum ". Yıl 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor biliyor musunuz? " Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak". Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.  

            Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun'u tanımıştır. Ayşe Hatun'u hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? Ya da zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatun'un, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. " Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan) " bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeter ki vatan sağ olsun" diyor, omzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe Hatun'u tanıdı Mustafa Kemal.

 Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler " nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul " diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.

            Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar " bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu " cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk.

            Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım'ı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz?

Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldi mi aman diyorlar bu gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanım'ın "MUTFAK PROJESİ", inanılmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje.

            ATATÜRK Zekiye Hanım'ı, Nakiye Hanım'ı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek REŞİT'i tanıdı, Atatürk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahet kızımızı tanıdı. İşte Nezahet kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış " anne Nezahetle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik Nezahet'e Türklerin Jean d'Arc 'ı diyoruz " demiş. Bu bana acı geldi. Ben Jean d'Arcı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahet'i ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.

            Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir. İyi ki de yazmış eşkenar üçgen demek için "müselleseyi bilmem ne bilmem ne..." demek gerekir. İnanın bu kadar şeyi aklımda tutuyorum, bir onu tutamadım. İyi ki yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir gazete çıkarıyor. Adı "Mimber", 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal'in gazetesi dedim. "Sansür" kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı çünkü.

            Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece gününü mü kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz?

            İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir itirafta bulunmak istiyorum, diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat 2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider. Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk örneğimiz; dediniz ki demin Türkiye'deki sorunları sorduğumda size, dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki " ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın yeter Türkiye".

            ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk parasının değerini korumak. Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938'de kaç kuruş biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919'dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son dört ayda ne oldu diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8. Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde sanıyorum.  

           Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralık 1927 tarih. 5 Aralık 1927'de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu götürecektiniz, karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim nesil vazifesini yapaydı. Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK'ü mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.

            Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var. Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz. Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye tabîi ki. Peki 1929'da bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor. Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize. Enflasyon ne kadar? % - 1.2, bunlar resmi rakamlar.

            Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngiltere'de bir seçim yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce 13, seçimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Leslie Abdela diye bir hanımefendi. Leslie Abdela'yı tüm ülkeler çağırır, "ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise" derler. Leslie Abdela'yı Türkiye de çağırır. Şile'ye gelir, dolar alır anlatmak için. Ve işte sözlerinin özeti " İngiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK'e danıştı". Yani ben Türkiye ye tereciye tere satmaya geldim. Peki Leslie Abdela'nın uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? "Mutfak Projesi" peki şöyle yazıyor şurada; " 1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRK'ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim peşimde niye acaba" diye de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız Türkiye'de sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna.

            Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın unvanını taşır Kara Fatma. Ben geçenlerde Erzurum'a davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz davet etti uçakla gittim. İndim uçaktan "off ayağım belim melim" dedim, bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa'ya kadar geliyor, Bursa'nın Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı.

            Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu arada Kara Fatma'nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa'ya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma'nın. Ama Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyor ki; " çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana bağlanan maaşı kızılaya bağışladın" diyor. Verdiği cevap tarihi bir cevap aynen şöyle:

            "Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak maşımı Kızılay'a bağışlıyorum " diyecektir. Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? ATATÜRK'e bir gazeteci sorar; "neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız" diye. ATATÜRK'ün verdiği cevabı aynen aktarıyorum:

            "Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır ." diye cevaplayacaktır. Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar, varolsunlar.

            Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar. Tabi Kara Fatma'nın örnek olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda hiç olmazsa bir okuma parçası olarak Kara Fatma'nın olması lazım ki örnek alabilesiniz. Bu arada ATATÜRK'ün şu sözü çok hoşuma gider diyor ki; "Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur." Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum.

            Lider dedik, ATATÜRK'ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya'ya gidelim. Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir " Ya bu türküyü çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni" der. küçücük bir çoban gelir. Derki " Sesin çok güzel bana da bir türkü okur musun". Başlar çoban "demirciler demir döver tunç olur" diye. bitince ATATÜRK dalmıştır "bis bis" der. Çoban böyle bakar. " Oğlum der bis" der "Çok beğendik tekrarla anlamına gelir". Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK'e "bis bis" der. Bu espri ATATÜRK'ün çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.

            ATATÜRK'ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK'e " sen Türklerin şahısın şususun bususun...", feci dalkavuk. Yoğurt kasesi adamın önündeymiş diyor ki Atatürk;"Şu yoğurt kasesini bana uzatır mısınız ". Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor. "Ah..." diyorlar " ...adama taktı ATATÜRK, bir de zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak". adam perişan, ah paşam vah paşam derken " Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum". Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRK'ün müthiş espritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın konusu ne biliyor musunuz? "ESPİRİLERİYLE ATATÜRK". Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da düşüneceğiz. 


             Bir gazetecide Atatürk'e sorar "size de diktatör diyorlar ne dersiniz". Atatürk şöyle bir bakar, " Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız " diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.

 

            İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri "ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der. " Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım" der. Yaveri; " aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik" der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki " Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması". Var mı böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.

            Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRK'ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; " Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır" diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal'i görüyoruz orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet .

            Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul'a ATATÜRK diyorduk ya Ankara'ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları söylüyor ;" Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet'i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim " diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek istiyorum;

            İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. " Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa'ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupa'ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına ATATÜRK " Berlin Üniversitesine gitsin" diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı "Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var" telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu " sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz". Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor " gel de şimdi gitme, git de orda çalışma, dönde bu ülke için canını verme".diyor.

 

            Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? Beyin göçü. En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeter ki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri olsun.

            İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır "O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai'ye baş yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertuğrul'unda düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçe'den ATATÜRK'ün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi. Ben de karşılamak için hazırdım. Fakat Paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı. ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL'un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK "Yaaa öyle mi Muhsin Ertuğrul'la Görüşürüz" dedi. Herkes Muhsin ERTUĞRUL'un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL'u ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları söyledi. " Sizi tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini ciddiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi yaptınız eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler " demez mi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada". Ama işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.

            Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim. Yabancı ülkelere gittim. Portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana "Türklerin özel bir günü herhalde bu gün". "Neden" dedim? Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede. Bir tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? "Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun". "Ne" dedim. "Türkiye'yi isterim de isterim diye tutturacağım" dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su götürmez.

            Peki yerin altına geçelim. Krom, brom , toryum, bor. Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım. Neden mi? burada çıkıyor, burada çıkıyor, burada çıkıyor ama Türkiye'nin sınırını ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki, Türkiye'de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama Türkiye'nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre.

            Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böyle bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var altımızda.

            Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum'a gittim kaynıyor, Kozaklı'ya gittim kaynıyor, Bursa'ya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde.

            Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni davet etti rektörlük, oraya gittim. Beni Davran diye bir kayak merkezine götürdüler. Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davraz'ta. Bir buçuk saat sonra, Antalya Akdeniz üniversitesinde vereceğim konferans için Antalya'ya indim. Millet denizde yüzüyordu. Var mı böyle bir ülke söyleyin bana. Bir buçuk saatlik mesafede. Bursa, Uludağ'a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya'ya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya karı var ya denizi var ya dağı var birinden biri mutlaka.

            Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki! Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede. Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, Kürt-Türk dediler, kapışın dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan, laik olan–olmayan, ATATÜRK'TÜ olan–olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok.

          Yeni ATATÜRK'ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla. sizlerden Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma son veriyorum. 

ATATÜRK de et artı kemik artı kandı,

İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,

ATATÜRK  de herkes gibi kusurları olan,

Küçük büyük ve çirkinde olabilirdi,

Ama güzeldi

ATATÜRK  yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,

Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı,

Yemeklerden fasulye pilakisini seven,

Miri kelam bir İstanbul efendisi,

Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,

Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar sıcak canlı,

Ve bir Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,

Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek,

Velhasıl bizim mayamızda bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.

İnsanüstü değildi ATATÜRK ,

Tam insandı.

 KAYNAK : Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI 

 

      
ATA'mızın Seceresi 

 

 

Atatürk'ün soyuyla ilgili, elimizdeki en sağlam bilgiler; öncelikle kendisinin, annesinin, kardeşi Makbule Hanım'ın anlattıkları, ikinci olarak da kendisini ve ailesini tanıyan Hacı Mehmet Somer gibi Atatürk’ün kimi çocukluk arkadaşlarının verdiği bilgilerdir.

Atatürk de dahil aile bireylerinin tümünde güçlü bir "Yörük, Türkmen olma" bilinci vardır: Makbule Hanım, E.B. Şapolyo'nun sorduğu "Babanız nerelidir?" sorusuna şu yanıtı vermiştir: "Babam Ali Rıza Bey yerli olarak Selaniklidir. Kendileri Yörük Türk’ü soyundandır. Annem her zaman Yörük Türk’ü olmakla övünürdü. Bir gün Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi." Yine Şapolyo'nun Ruşen Eşref Ünaydın'dan aktardığına göre, "Atatürk çok kez benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenlerindendir" derlerdi.

Atatürk'ün baba soyuyla ilgili önemli bilgileri verenlerden biri de Atatürk’ün Selanik'ten mahalle ve okul arkadaşı, eski milletvekillerinden Hacı Mehmet Somer Bey'dir. Somer'e göre; "Atatürk'ün atalarına ilişkin benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır ilinin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık bucağına yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in yaşlılarından duymuştum. Kocacıklıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi yörüktür. Hayvancılıkla geçinirler, sürüleri vardır. Bir kısmı da kerestecilik ederler. Bunların giysileri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır."

Atatürk'ün babasını ve büyükbabası "Kızıl Hafız Ahmet"i tanıyan eski Aydın Milletvekili Tahsin San Bey ve Eski Genel Müfettiş ve Milletvekili Tahsin Uzer'den Kılıç Ali'nin ve Tahsin San Bey'den E.B. Şapolyo'nun aktardığı bilgiler de Atatürk'ün baba soyunun "Anadolu'dan Rumeli'ye geçmiş olan Yörüklerden" olduğunu göstermektedir.

Atatürk'ün baba soyu, Konya/Karaman'dan gelerek Manastır ilinin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık'a yerleşti. Aile sonradan Selanik'e göçtü. Atatürk’ün büyükbabası Ahmet ve onun kardeşi Hafız Mehmet'in taşıdığı "kızıl" lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan "Kocacık"ın da gösterdiği üzere; Mustafa Kemal'in baba tarafından soyu Anadolu'nun da Türkleşmesinde önemli roller oynayan "Kızıl-Oğuz" öbür adıyla da "Kocacık Yörükleri Türkmenleri"nden gelmektedir.

Bugün nüfusu yaklaşık 2.100.000 olan Makedonya Cumhuriyeti içerisinde bir kısmı hâlâ konar-göçer yaşamı sürdüren Yörüklerle birlikte yaklaşık 200.000 dolayında Türk yaşamaktadır. Makedonya'nın her yanında dağınık olarak yaşayan Türklerin en yoğun olarak bulundukları yerler, Gostivar ve Üsküp gibi kentleriyle Makedonya’nın batısıdır. Bu kentlerden başka Kalkandelen, Ohri, Struga ve Debre, Jupa; Makedonya’nın doğusundaysa Manastır, Pirlepe, İştip, Ustrumca ve Kanatlar önemli Türk yerleşim birimleridir.

Sofya Bilimkenti (üniversitesi) profesörlerinden J. İvanof 1920'de Paris'te yayımlanan yapıtında, Türklerin Makedonya'ya yerleşimlerine ilişkin şu bilgileri vermektedir: "Türkler, 14. yüzyıldan itibaren ve Çirmen zaferinin ardından Makedonya'ya yerleşmeye başladırlar. Üsküp, Pirlepe, Köstendil, Drama gibi kentler bir ara tümüyle Türklerin yaşadığı kentler olur. Türk ordusunun fethettiği stratejik noktalar çevresinde hızla Türk kasabaları oluşturulur. Bunlar Anadolu'dan göçen Türklerdir. Göçen Türklerden kurulu yepyeni kentler oluşur : Yenice, Vardar.

Kentlerdeki Türk nüfusu zamanla karışık bir manzara sergiler. Fethin ardından, Hıristiyan yerliler İslam dinini benimserler. Hemen fetihten sonra göçmüş temiz Türk topluluğu çevresinde toplanırlar. Kentlerin dışında köyler çevresinde de Türk toplulukları oluşur. Bunlar Anadolu'dan göçmüş büyük kümelerdir. Onlara Yörük ve Konyar adını vermelerinin nedeni bu göçmenlerin Konya'dan gelmiş olmalarıdır. Yörükler ve Konyarlar Türkler gibi giyinip konuşan yerlilere (İslam’ı benimseyen Hıristiyanlara) karışmazlar. Bu Türk göçmen toplulukları üç büyük küme durumundadır :

1. Ege Denizi Kıyı Bölgesi: Rodoplardan denize dek iner. Selanik bölgesi dahil buraları tümüyle Türk'tür.

2. Sarıgöl Bölgesi: Burada Sarıgöl (Kayalar) Cuma gibi varsıl (zengin) Türk kasabaları vardır. Bu bölgelerdeki köylerin sayısı 130'dur.

3. Vardar Bölgesi: 240 Türk kasaba ve köyü vardır. Vardar ırmağının genellikle doğu kıyılarındadır.

Bu üç büyük göç kümesinden başka, daha ufak göç kümeleri de vardır ve bunlarsa dağınık yerleşmişlerdir : Vardar ırmağının aşağı kesimlerinde, Maya Dağı dolayındakiler, -Manastır Ovası'nda Kanatlı’da oturanlar, -Debre güneyinde, Kara Drin ırmağı geçitlerini tutanlar.

İşte Atatürk'ün dedelerinin Anadolu'dan gelerek yerleştikleri Osmanlı Devleti Döneminde Manastır iline bağlı dört sancaktan biri olan "Debre-i Bala"nın merkezi, bugün Makedonya'nın batısındaki Debre kentidir. Babası Ali Rıza Bey’in doğduğu "Kocacık" bucağı şimdi Jupa Bölgesi'nde yine aynı adla anılan bir köydür. Köyde şu anda Jupa Bölgesi Türk çocuklarının Türkçe eğitim gördükleri Necati Zekeriya Merkez İlkokulu adında bir okul da bulunmaktadır. Gazeteci Altan Araslı 1933 yılında Kocacık Köyü'ne giderek, burada Atatürk'ün büyükbabasının evini bulmuştur. "Atatürk'ün Büyükbabasının Evini Bulduk. Atamız Yörük Türkmeni" başlığıyla verilen haberde, Kocacıklılarla yapılan konuşmalar da göstermektedir ki Atatürk'ün baba soyuna ilişkin aktarılanlar doğrudur ve bunlar köydeki yaşlı insanlarca da anlatılmaktadır. Ayrıca, bugün yaşayan Kocacık köylülerinde de "Yörük, Türkmen ve Oğuz olma bilinci" vardır.

Araslı'nın Üsküp'te görüştüğü Kocacıklı Numan Kartal anlatıyor: "Ali Rıza Bey, Manastır ilinin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık'ta dünyaya geldi. Kocacık'ın nüfusu tümüyle Türk. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundayız. Atatürk'ün büyükbabası, İşkodyalılar ailesinden, babaannesi ise Golalar ailesinden gelmektedir. İşkodyalılar, İşkodya'dan, Kocacık'a gelip yerleşen akıncı Türklerinin adıdır. Golalar ise "sınır gazileri" anlamını taşımaktadır. Dedesi, Kocacık'ın Taşlı Mahallesi'nden, babaannesi ise Yukarı Mahallesi'ndendir. Ayşe Hanım, Taşlı Mahallesi'ne gelin gelmiştir. Kızıl Hafız Mehmet Bey, Çınarlı Mahallesi'nde ilkokul öğretmenliği yapmış, Kocacık'ın Taşlı Mahallesi'nin üst yanında bir yokuş vardır. Önünde küçük bir derecik akar. Bu nedenle oraya Dere Mahallesi de denir. İşte Ata'nın büyükbabasının evi oradaydı. Kocacık'tan temelli göçtükleri zaman, evlerini Etem Malik'lere satmışlar. Malik'in oğlu Hayrettin İzmit'te oturmaktaydı."

Yine Üsküp'te yaşayan Kocacıklılardan Murat Ağa, Altan Araslı'ya şu bilgileri vermiştir: "Atatürk'ün büyükbabasının adı Kızıl Hafız Ahmet Bey’dir. Lakapları böyle. Ama, asıl hafız olan kardeşi Mehmet Bey'dir. Babaannesinin adı da Ayşe Hanım'dır. Daha sonraları Ahmet Bey'e 'firari' denmeye başlamış. Firari, Rumeli'de 'gurbetçi', 'gurbete çıkan' anlamına gelmektedir. Yalnız, Selanik'te olan bir olayla da bağlantılıdır. Kocacık'ın toprağı verimli değildir. Olanakları da kısıtlıdır. Bu nedenle, Ahmet Bey, Yukarı Mahalle'den Feyzullah Pehlivan ve Taşlı Mahallesi'nden Fazlı Ağa ile birlikte Selanik'e çalışmaya gitmişler.

Araslı'nın Üsküp'te görüştüğü bir başkası da Kocacık'ın Yukarı Mahallesinden, Dolaklar Ailesinden, Behlül ve Hatice kızı Maksude Yıldız'dır. Maksude Yıldız anlatıyor: "Harekat Ordusu'nun İstanbul'a yürüyüşü bütün Balkanlar'da heyecan yaratmıştı. Harekat Ordusu en güncel konuydu. Mensupları da ünlü olmuştu. Şevket Paşa'nın yaverinin Kocacıklı olduğunu öğrendik. Kimdir, neyin nesidir derken, Kızıl Hafız Ahmet Bey’in torunu, Ali Rıza'nın oğlu Mustafa Kemal olduğunu söylediler."

Gazeteci Altan Araslı, Üsküp'teki Kocacıklılar'dan bu bilgileri aldıktan sonra, Birlik Gazetesi (Üsküp'teki Türklerin yayınladıkları gazete) 'nden Remzi Canova’yla birlikte Rumeli'nin ünlü Kaz Dağları'nı, Maya Dağları'nı tırmana tırmana sarp bir dağ köyü olan Kocacık'a dört saatlik bir araba yolculuğundan sonra ulaşıyorlar. Burada kendilerine köylülerden İsmail Yahya, Atatürk'ün büyükbabasının evini gösteriyor. Onlar geçmişi konuşurlarken gelen yaşlı bir nine söze giriyor ve "Evladım doğrudur, onların eviydi." diyerek İsmail Yahya'nın sözlerini onaylıyor!

Atatürk'ün baba soyu Konya/Karaman'dan göçürülerek Makedonya'ya getirilmiştir. Manastır iline bağlı Debre-i Bala Sancağı'nın Kocacık bucağına yerleşen aile köyden ilk ayrılanlardan olmuş ve 1830'larda Selanik'e göçmüştür. Atatürk'ün babası Ali Rıza Bey burada 1839'da dünyaya gelmiştir. Ali Rıza Bey’in babası Kızıl Hafız Ahmet Bey’dir. Kızıl Hafız Ahmet Bey’in Kızıl Hafız Mehmet Emin Bey ve Nimeti Hanım adında iki kardeşi vardır. Atatürk'ün baba soyu, büyük amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Bey tarafından sürerek günümüze dek ulaşmıştır.

Hafız Mehmet Emin Bey’in oğlu Salih Bey ile Salih Bey’in ikinci eşi Müberra Hanım'dan süren aile, torunlarla yedinci kuşağa ulaşmış bulunuyor. Belgelerden Atatürk'ün Müberra Hanım'a "Yenge" dediğini biliyoruz. Bunların beş çocuğundan biri olan Necati Erbatur, 28 Eylül 1927'de Dolmabahçe Sarayı'nda nişanlanmış; öbür çocukları Vüsat Erbatur'un kızı Nesrin hanım ile Feridun Söğütlügil’in nikahları 2 Ekim 1937'de Park Otel'de yapılmış ve Atatürk bu nikah törenine katılmıştır.



Atatürk'ün soyuyla ilgili, elimizdeki en sağlam bilgiler; öncelikle kendisinin, annesinin, kardeşi Makbule Hanım'ın anlattıkları, ikinci olarak da kendisini ve ailesini tanıyan Hacı Mehmet Somer gibi Atatürk’ün kimi çocukluk arkadaşlarının verdiği bilgilerdir.

Atatürk de dahil aile bireylerinin tümünde güçlü bir "Yörük, Türkmen olma" bilinci vardır: Makbule Hanım, E.B. Şapolyo'nun sorduğu "Babanız nerelidir?" sorusuna şu yanıtı vermiştir: "Babam Ali Rıza Bey yerli olarak Selaniklidir. Kendileri Yörük Türk’ü soyundandır. Annem her zaman Yörük Türk’ü olmakla övünürdü. Bir gün Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi." Yine Şapolyo'nun Ruşen Eşref Ünaydın'dan aktardığına göre, "Atatürk çok kez benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenlerindendir" derlerdi.

Atatürk'ün baba soyuyla ilgili önemli bilgileri verenlerden biri de Atatürk’ün Selanik'ten mahalle ve okul arkadaşı, eski milletvekillerinden Hacı Mehmet Somer Bey'dir. Somer'e göre; "Atatürk'ün atalarına ilişkin benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır ilinin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık bucağına yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in yaşlılarından duymuştum. Kocacıklıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi yörüktür. Hayvancılıkla geçinirler, sürüleri vardır. Bir kısmı da kerestecilik ederler. Bunların giysileri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır."

Atatürk'ün babasını ve büyükbabası "Kızıl Hafız Ahmet"i tanıyan eski Aydın Milletvekili Tahsin San Bey ve Eski Genel Müfettiş ve Milletvekili Tahsin Uzer'den Kılıç Ali'nin ve Tahsin San Bey'den E.B. Şapolyo'nun aktardığı bilgiler de Atatürk'ün baba soyunun "Anadolu'dan Rumeli'ye geçmiş olan Yörüklerden" olduğunu göstermektedir.

Atatürk'ün baba soyu, Konya/Karaman'dan gelerek Manastır ilinin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık'a yerleşti. Aile sonradan Selanik'e göçtü. Atatürk’ün büyükbabası Ahmet ve onun kardeşi Hafız Mehmet'in taşıdığı "kızıl" lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan "Kocacık"ın da gösterdiği üzere; Mustafa Kemal'in baba tarafından soyu Anadolu'nun da Türkleşmesinde önemli roller oynayan "Kızıl-Oğuz" öbür adıyla da "Kocacık Yörükleri Türkmenleri"nden gelmektedir.

Bugün nüfusu yaklaşık 2.100.000 olan Makedonya Cumhuriyeti içerisinde bir kısmı hâlâ konar-göçer yaşamı sürdüren Yörüklerle birlikte yaklaşık 200.000 dolayında Türk yaşamaktadır. Makedonya'nın her yanında dağınık olarak yaşayan Türklerin en yoğun olarak bulundukları yerler, Gostivar ve Üsküp gibi kentleriyle Makedonya’nın batısıdır. Bu kentlerden başka Kalkandelen, Ohri, Struga ve Debre, Jupa; Makedonya’nın doğusundaysa Manastır, Pirlepe, İştip, Ustrumca ve Kanatlar önemli Türk yerleşim birimleridir.

Sofya Bilimkenti (üniversitesi) profesörlerinden J. İvanof 1920'de Paris'te yayımlanan yapıtında, Türklerin Makedonya'ya yerleşimlerine ilişkin şu bilgileri vermektedir: "Türkler, 14. yüzyıldan itibaren ve Çirmen zaferinin ardından Makedonya'ya yerleşmeye başladırlar. Üsküp, Pirlepe, Köstendil, Drama gibi kentler bir ara tümüyle Türklerin yaşadığı kentler olur. Türk ordusunun fethettiği stratejik noktalar çevresinde hızla Türk kasabaları oluşturulur. Bunlar Anadolu'dan göçen Türklerdir. Göçen Türklerden kurulu yepyeni kentler oluşur : Yenice, Vardar.

Kentlerdeki Türk nüfusu zamanla karışık bir manzara sergiler. Fethin ardından, Hıristiyan yerliler İslam dinini benimserler. Hemen fetihten sonra göçmüş temiz Türk topluluğu çevresinde toplanırlar. Kentlerin dışında köyler çevresinde de Türk toplulukları oluşur. Bunlar Anadolu'dan göçmüş büyük kümelerdir. Onlara Yörük ve Konyar adını vermelerinin nedeni bu göçmenlerin Konya'dan gelmiş olmalarıdır. Yörükler ve Konyarlar Türkler gibi giyinip konuşan yerlilere (İslam’ı benimseyen Hıristiyanlara) karışmazlar. Bu Türk göçmen toplulukları üç büyük küme durumundadır :

1. Ege Denizi Kıyı Bölgesi: Rodoplardan denize dek iner. Selanik bölgesi dahil buraları tümüyle Türk'tür.

2. Sarıgöl Bölgesi: Burada Sarıgöl (Kayalar) Cuma gibi varsıl (zengin) Türk kasabaları vardır. Bu bölgelerdeki köylerin sayısı 130'dur.

3. Vardar Bölgesi: 240 Türk kasaba ve köyü vardır. Vardar ırmağının genellikle doğu kıyılarındadır.

Bu üç büyük göç kümesinden başka, daha ufak göç kümeleri de vardır ve bunlarsa dağınık yerleşmişlerdir : Vardar ırmağının aşağı kesimlerinde, Maya Dağı dolayındakiler, -Manastır Ovası'nda Kanatlı’da oturanlar, -Debre güneyinde, Kara Drin ırmağı geçitlerini tutanlar.

İşte Atatürk'ün dedelerinin Anadolu'dan gelerek yerleştikleri Osmanlı Devleti Döneminde Manastır iline bağlı dört sancaktan biri olan "Debre-i Bala"nın merkezi, bugün Makedonya'nın batısındaki Debre kentidir. Babası Ali Rıza Bey’in doğduğu "Kocacık" bucağı şimdi Jupa Bölgesi'nde yine aynı adla anılan bir köydür. Köyde şu anda Jupa Bölgesi Türk çocuklarının Türkçe eğitim gördükleri Necati Zekeriya Merkez İlkokulu adında bir okul da bulunmaktadır. Gazeteci Altan Araslı 1933 yılında Kocacık Köyü'ne giderek, burada Atatürk'ün büyükbabasının evini bulmuştur. "Atatürk'ün Büyükbabasının Evini Bulduk. Atamız Yörük Türkmeni" başlığıyla verilen haberde, Kocacıklılarla yapılan konuşmalar da göstermektedir ki Atatürk'ün baba soyuna ilişkin aktarılanlar doğrudur ve bunlar köydeki yaşlı insanlarca da anlatılmaktadır. Ayrıca, bugün yaşayan Kocacık köylülerinde de "Yörük, Türkmen ve Oğuz olma bilinci" vardır.

Araslı'nın Üsküp'te görüştüğü Kocacıklı Numan Kartal anlatıyor: "Ali Rıza Bey, Manastır ilinin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık'ta dünyaya geldi. Kocacık'ın nüfusu tümüyle Türk. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundayız. Atatürk'ün büyükbabası, İşkodyalılar ailesinden, babaannesi ise Golalar ailesinden gelmektedir. İşkodyalılar, İşkodya'dan, Kocacık'a gelip yerleşen akıncı Türklerinin adıdır. Golalar ise "sınır gazileri" anlamını taşımaktadır. Dedesi, Kocacık'ın Taşlı Mahallesi'nden, babaannesi ise Yukarı Mahallesi'ndendir. Ayşe Hanım, Taşlı Mahallesi'ne gelin gelmiştir. Kızıl Hafız Mehmet Bey, Çınarlı Mahallesi'nde ilkokul öğretmenliği yapmış, Kocacık'ın Taşlı Mahallesi'nin üst yanında bir yokuş vardır. Önünde küçük bir derecik akar. Bu nedenle oraya Dere Mahallesi de denir. İşte Ata'nın büyükbabasının evi oradaydı. Kocacık'tan temelli göçtükleri zaman, evlerini Etem Malik'lere satmışlar. Malik'in oğlu Hayrettin İzmit'te oturmaktaydı."

Yine Üsküp'te yaşayan Kocacıklılardan Murat Ağa, Altan Araslı'ya şu bilgileri vermiştir: "Atatürk'ün büyükbabasının adı Kızıl Hafız Ahmet Bey’dir. Lakapları böyle. Ama, asıl hafız olan kardeşi Mehmet Bey'dir. Babaannesinin adı da Ayşe Hanım'dır. Daha sonraları Ahmet Bey'e 'firari' denmeye başlamış. Firari, Rumeli'de 'gurbetçi', 'gurbete çıkan' anlamına gelmektedir. Yalnız, Selanik'te olan bir olayla da bağlantılıdır. Kocacık'ın toprağı verimli değildir. Olanakları da kısıtlıdır. Bu nedenle, Ahmet Bey, Yukarı Mahalle'den Feyzullah Pehlivan ve Taşlı Mahallesi'nden Fazlı Ağa ile birlikte Selanik'e çalışmaya gitmişler.

Araslı'nın Üsküp'te görüştüğü bir başkası da Kocacık'ın Yukarı Mahallesinden, Dolaklar Ailesinden, Behlül ve Hatice kızı Maksude Yıldız'dır. Maksude Yıldız anlatıyor: "Harekat Ordusu'nun İstanbul'a yürüyüşü bütün Balkanlar'da heyecan yaratmıştı. Harekat Ordusu en güncel konuydu. Mensupları da ünlü olmuştu. Şevket Paşa'nın yaverinin Kocacıklı olduğunu öğrendik. Kimdir, neyin nesidir derken, Kızıl Hafız Ahmet Bey’in torunu, Ali Rıza'nın oğlu Mustafa Kemal olduğunu söylediler."

Gazeteci Altan Araslı, Üsküp'teki Kocacıklılar'dan bu bilgileri aldıktan sonra, Birlik Gazetesi (Üsküp'teki Türklerin yayınladıkları gazete) 'nden Remzi Canova’yla birlikte Rumeli'nin ünlü Kaz Dağları'nı, Maya Dağları'nı tırmana tırmana sarp bir dağ köyü olan Kocacık'a dört saatlik bir araba yolculuğundan sonra ulaşıyorlar. Burada kendilerine köylülerden İsmail Yahya, Atatürk'ün büyükbabasının evini gösteriyor. Onlar geçmişi konuşurlarken gelen yaşlı bir nine söze giriyor ve "Evladım doğrudur, onların eviydi." diyerek İsmail Yahya'nın sözlerini onaylıyor!

Atatürk'ün baba soyu Konya/Karaman'dan göçürülerek Makedonya'ya getirilmiştir. Manastır iline bağlı Debre-i Bala Sancağı'nın Kocacık bucağına yerleşen aile köyden ilk ayrılanlardan olmuş ve 1830'larda Selanik'e göçmüştür. Atatürk'ün babası Ali Rıza Bey burada 1839'da dünyaya gelmiştir. Ali Rıza Bey’in babası Kızıl Hafız Ahmet Bey’dir. Kızıl Hafız Ahmet Bey’in Kızıl Hafız Mehmet Emin Bey ve Nimeti Hanım adında iki kardeşi vardır. Atatürk'ün baba soyu, büyük amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Bey tarafından sürerek günümüze dek ulaşmıştır.

Hafız Mehmet Emin Bey’in oğlu Salih Bey ile Salih Bey’in ikinci eşi Müberra Hanım'dan süren aile, torunlarla yedinci kuşağa ulaşmış bulunuyor. Belgelerden Atatürk'ün Müberra Hanım'a "Yenge" dediğini biliyoruz. Bunların beş çocuğundan biri olan Necati Erbatur, 28 Eylül 1927'de Dolmabahçe Sarayı'nda nişanlanmış; öbür çocukları Vüsat Erbatur'un kızı Nesrin hanım ile Feridun Söğütlügil’in nikahları 2 Ekim 1937'de Park Otel'de yapılmış ve Atatürk bu nikah törenine katılmıştır.



Ne Mutlu Bana Ata'm ile Aynı Soydanım !
Yörüklük'üm ile bir kez daha gurur duyuyorum.



Not :
Yörüklük konusunda fazlasıyla araştırma yapan bir öğretmen olarak şunu çok rahat söyleyebilirim : Balkanlardaki soydaşlarımızın sarışın-kumral olmalarındaki ana neden,bu bölgeye yerleştirilen ana kol olan Sarı Keçili Yörükleri ve diğer ana kollarda da bolca olan sarışın(kumrallık)/turkuaz gözdür.
Sarı Keçili Yörükleri,isimlerine hakedercesine genel tip olarak sarışın turkuaz gözlüdürler.Ki sanılanın aksine Yörükler arasında turkuaz göz,sarışınlık çokca yaygındır.Bu durum bir tek Sarı Keçili Yörükleri'nde kalmamıştır.

Örneğin,köken olarak dayandığım Kayı Yörükleri'nde dahi turkuaz göz/sarışınlık kumrallık siyaha çalan koyu kahverengi göz/siyah saç kadar yaygındır.
Bu durum bir tek Kayı Yörükleri'nde mecvut olmayıp,kara kaş kara göz oluşları ile nam salan ana kolum Karakeçili Yörükleri'nde dahi mevcuttur.
Bugün dahi birçok Karakeçili Yörük'ünün ailesinde turkuaz göz veya sarışın-kumral bireyler mevcuttur.Örneğin dedem sarıya çalan kumral saç ve turkuaz göz olup, halam sarıya çalan kumrallıktadır ve turkuaz göze sahiptir.Ha keza babam ve amcam da siyah saçlı olup turkuaz gözlüdür.

Kaldı ki,sitemizdeki birçok Yörük arkadaşlarımızın ailesinde-akrabalarında bu durum mevcuttur.

ÖZETLE BAZI O....ÇOCUKLARININ İDDİA ETTİĞİ GİBİ 
DÜNYANIN EN BÜYÜK LİDERİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK,RUM-LAZ VESAİRE OLMAYIP,
 ÖZ VE ÖZ YÖRÜK'TÜR !!!

KALDI Kİ,BUNU İDDİA EDEN DEYYUSLAR MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN SİMASI KARŞISINDA NE CEVAP VERECEKTİR :

-ÇIKIK ELMACIK KEMİKLERİ
-BADEM ÇEKİĞİ GÖZLER(Kaldıki gözlerini hafifçe 
kıstığı fotoğraflarda tamamen çekik göze sahiptir.Bu durum tüm Yörükler'de vardır.)
-TURKUAZ RENKTEKİ GÖZLER (TURKUAZ GÖZ,DÜNYADA SADECE YÖRÜKLERE/TÜRKMENLERE HASTIR)
-FOTOĞRAFLARDA DA AYAN BEYAN BELLİ OLAN,KKAFA TASININ ARKASINDA YER ALAN TÜRKMEN ÇIKIĞI VE KAFATASININ ŞEKLİ (Bu çıkıntıya sahip olanlar ya 
Yörük/Türkmen'dir ya da kökeninde Yörük Türkmen'lik vardır...
Gürcü,Kürt,Laz ve milliyeti şu an aklıma gelmeyen 
birçok arkadaşta test ettim.Sanılanın aksine genel kafa yapısı değildir.Örneğin kendileri ile bu konuyu konuşurken,
bu söylediklerime inanmayan has Gürcü olan arkadaşım da,
has Kürt olan birçok arkadaşımda bu çıkıntı mevcut değildi.)

.::HALKOYUNLARININ İNTERNETTEKİ TEK ADRESİ::.
www.halkoyunlarimiz.com







  İnsan üstü değildi ATATÜRK,
Tam insandı.
Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI

ATATÜRK Zekiye Hanım'ı, Nakiye Hanım'ı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK
Melek REŞİT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek
pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip
askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği
için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı tanıdı bu
savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK
üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral
rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8
yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında
şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle
yazmış "anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim
burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz
Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jean d'Arc 'ı diyoruz" demiş. Bu bana
acı geldi. Ben Jean d'Arcı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i
ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte
yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu
konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan
geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler
için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48
tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa
Kemal'dir. İyi ki de yazmış eşkenar üçgen demek için "müselleseyi
bilmemne bilmemne..." demek gerekir. İnanın bu kadar şeyi aklımda
tutuyorum, bir onu tutamadım. İyi ki yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK
her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir
gazete çıkarıyor. Adı "Mimber", 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu
gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal'in gazetesi dedim. "Sansür"
kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada keşke bütün Türk
gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim.
Çok moral bulurlardı çünkü.
Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu
dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de
aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış,
sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece
gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece gününü mü
kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım
mı ne dersiniz?
İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir itirafta
bulunmak istiyorum, diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat
2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün
kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak
bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider.
Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk
örneğimiz; dedinizki demin Türkiye'deki sorunları sorduğumda size,
dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki
Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Jhons bize şunu
öneriyor, diyor ki "ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın
yeter Türkiye".
ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun
üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde
ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk
parasının değerini korumak. Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin
karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. Ha bir
savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938'de kaç kuruş
biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna
gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki herhalde yanlış okudum
banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919'dan 1938 son
dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son
dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son
dört ayda ne oldu diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19
senede %8. Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım
yerlerde sanıyorum.

deniz_m
26-05-2007, 11:21:03
Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu
dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de
aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış,
sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece
gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece gününü mü
kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım
mı ne dersiniz?
İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir itirafta
bulunmak istiyorum, diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat
2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün
kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak
bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider.
Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk
örneğimiz; dedinizki demin Türkiye'deki sorunları sorduğumda size,
dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki
Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Jhons bize şunu
öneriyor, diyor ki "ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın
yeter Türkiye".
ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun
üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde
ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk
parasının değerini korumak. Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin
karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. Ha bir
savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938'de kaç kuruş
biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna
gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki herhalde yanlış okudum
banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919'dan 1938 son
dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son
dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son
dört ayda ne oldu diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19
senede %8. Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım
yerlerde sanıyorum.
Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralık
1927 tarih. 5 Aralık 1927'de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar
alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık
size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu götürecektiniz,
karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim nesil vazifesini
yapaydı. Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı
olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile
kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön
vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları
çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK'ü mutlaka
incelemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var.
Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz. Peki soruyorum
size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye tabîi ki. Peki 1929'da
bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin
de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor.
Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize. Enflasyon ne
kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar.
Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngiltere'de bir seçim
yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce 13,
seçimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu başarıyı,
Leslie Abdela diye bir hanımefendi. Leslie Abdela'yı tüm ülkeler
çağırır, "ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım
meclise" derler. Leslie Abdela'yı Türkiye de çağırır. Şile'ye gelir,
dolar alır anlatmak için. Ve işte sözlerinin özeti "İngiliz kadını bu
başarıyı ATATÜRK'e danıştı". Yani ben Türkiye ye tereciye tere satmaya
geldim. Peki Leslie Abdela'nın uyguladığı projenin adını biliyor
musunuz? "Mutfak Projesi" peki şöyle yazıyor şurada; "1919 dan beri
biz Türk kadını ve ATATÜRK'ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın
milletvekilinizde benim peşimde niye acaba" diye de ironi yapmış
burada. Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız Türkiye'de
sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış
içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna.
Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki bunlardan bir
tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda,
bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş Savaşında rütbe alan
kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI,
Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz
var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat
ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet dünyadaki ilk
müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma. Ben geçenlerde
Erzurum'a davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz davet etti
uçakla gittim. İndim uçaktan "off ayağım belim melim" dedim, bir an
aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadınla
müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa'ya kadar geliyor, Bursa'nın
Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde
yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! Ha o zaman
sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum demeye hakkı
yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı.
Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım
zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu arada Kara
Fatma'nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa'ya kadar gelmiş, üç
oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş,
sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma'nın. Ama
Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla
yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyorki;
"çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı
sana bağlanan maaşı kızılaya bağışladın" diyor. Verdiği cevap tarihi
bir cevap aynen şöyle:
"Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar
karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak
maşımı Kızılay'a bağışlıyorum" diyecektir. Bu bana neyi hatırlattı
biliyor musunuz? ATATÜRK'e bir gazeteci sorar; "neden mal ve mülkünüzü
milletinize bağışladınız" diye. ATATÜRK'ün verdiği cevabı aynen
aktarıyorum:
"Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime
bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik
insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır." diye cevaplayacaktır. Ne güzel
değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar
hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim
sağ olsunlar, varolsunlar.
Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil,
Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar. Tabi Kara Fatma'nın
örnek olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda hiç olmazsa bir okuma
parçası olarak Kara Fatma'nın olması lazım ki örnek alabilesiniz. Bu
arada ATATÜRK'ün şu sözü çok hoşuma gider diyorki; "Geçmişi ne kadar
çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur." Biz Kara Fatmaları
mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum.

deniz_m
26-05-2007, 11:21:46
Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım. Haçin
katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir.
Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? Şair
Melek hanım diye anılırmış Haçin'de. Şahadetinden sonra kolunun
altından bir bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan
yazmış. O anda gördüklerini kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl
vahşetle öldürüldü, komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini
kaleme aldığı bir destan. Başına ne demiş biliyormusunuz "inşallah
okuna". Ben 45 yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da "bizden
sonrakiler neler çektiğimizi bileler diye yazıyorum" demiş son iki
kıt'ayı sizlere okuyorum
Meydan kazanı kurdular
Tüm bebeklerimizi kaynattılar
Gün görmedik anaları
Süngü ile oynattılar
Kundakları verdiler
Kanlı kundak yu dediler
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar
Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz.
Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz ama liderlik dedik biraz
da gülümseyelim mi?
Lider dedik, ATATÜRK'ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı
hepsi ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK
hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya'ya gidelim.
Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir "Ya bu türküyü çok
sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni" der. küçücük bir çoban
gelir. Derki "Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun". Başlar
çoban "demirciler demir döver tunç olur" diye. bitince ATATÜRK
dalmıştır "bis bis" der. Çoban böyle bakar. "Oğlum der bis" der "Çok
beğendik tekrarla anlamına gelir". Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü
okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır
uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır
ATATÜRK'e "bis bis" der. Bu espri ATATÜRK'ün çok hoşuna gittiği için
çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.
ATATÜRK'ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek
masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK'e "sen
Türklerin şahısın şususun bususun...", feci dalkavuk. Yoğurt kasesi
adamın önündeymiş diyorki Atatürk;"Şu yoğurt kasesini bana uzatır
mısınız". Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü
ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor.
"Ah..." diyorlar "...adama taktı ATATÜRK, bir de zaten sinirlenmiş
durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak". adam
perişan, ah paşam vah paşam derken "Ya niye bu kadar üzüldünüz demin
yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum". Evet, bu espriyle 25
yılın sonunda ATATÜRK'ün müthiş espritüel olduğunu keşfettim ve yeni
hazırladığım konferansımın konusu ne biliyormusunuz? "ESPİRİLERİYLE
ATATÜRK". Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah
sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da
düşüneceğiz.
Bir gazetecide Atatürk'e sorar "size de diktatör diyorlar ne
dersiniz". Atatürk şöyle bir bakar, "Eğer ben diktatör olsaydım
hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız "
diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler.
Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı çalar
yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri
"ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der. "Ya
çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu
yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım
kalktım" der. Yaveri; "aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen
size bir yastıkla battaniye getirirdik" der. Ve bir ülke kurtarmaktan
dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki "Geç farkettim
hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli
olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması". Var mı böyle bir
şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Ayaklarının
altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye
basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını
çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi
olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.
Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen
arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım.
İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta
iskemleler, ortaya ATATÜRK'ün oturması için kırmızı renkte süslü
muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun
diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları
söylüyor; "Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu
koltuk sadece sizlere layıktır" diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa
oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor.
Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa
Kemal'i görüyoruz orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet .
Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının
verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul'a
ATATÜRK diyorduk ya Ankara'ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve
aynen şunları söylüyor ;"Bir ismin dillerde kalması için şehrin
temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul
ama Fatih Sultan Mehmet'i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey
yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi
yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim" diyecek,
hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da
hortumcunun soyguncunun hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor
merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben
25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi
son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek
istiyorum;
İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut
SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. "Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde
öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa'ya
talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923
Avrupa'ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek
istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına
ATATÜRK "Berlin Üniversitesine gitsin" diye yazmış. Zaman geldi.
Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı,
orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne
yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi
ismimi çağırdı "Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var" telgrafı
açtım aynen şunlar yazıyordu "sizleri birer kıvılcım olarak
gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz". Var mı böyle bir şey?
11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir
lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir
çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu. Tüm ülkenin huyu
değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne
zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor
"gel de şimdi gitme, git de orda çalışma, dönde bu ülke için canını
verme".diyor.
Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? Beyin göçü. En iyi
beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka
baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha
o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail
bilgisayar var. Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların
sorumluluğunu alan bir liderleri olsun

deniz_m
26-05-2007, 11:25:12
İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır "O zamanlar
kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim
tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai'ye baş
yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey
saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu.
Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin
edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertuğrul'unda düşmanı çoktu. Bir gece
Dolmabahçe'den ATATÜRK'ün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi.
Ben de karşılamak için hazırdım. Fakat Paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul
kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı.
ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK
geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL'un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini
ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK "Yaaa öyle mi Muhsin Ertuğrul'la
Görüşürüz" dedi. Herkes Muhsin ERTUĞRUL'un işinin bittiğine inanıyor,
ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı.
ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL'u ayakta karşıladı.
Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları söyledi. "Sizi tebrik
ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini cidiye
aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi yaptınız eğer bir
tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu
dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkesin her sahada
işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler
efendiler " demez mi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o
sırada". Ama işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum,
hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan
sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en
büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.
Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafı deniz
yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim. Yabancı ülkelere
gittim. Portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde,
karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı atıyoruz, bir tane daha
açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her
tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık
dedi ki bana "Türklerin özel bir günü herhalde bu gün". "Neden" dedim?
Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir
nimet nerde, hangi ülkede. Bir tane salatalık, bir tane domates, biz
kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? "Yahu ülkeme dönünce ne
isteyeceğim biliyor musun". "Ne" dedim. "Türkiye'yi isterim de isterim
diye tutturacağım" dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su
götürmez.
Peki yerin altına geçelim. Krom, brom , toryum, bor. Tamam güzel ama
petrolün zekasına hayranım. Neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor,
burda çıkıyor ama Türkiye'nin sınırını ezberletmişler petrole, bir
kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol
dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara
göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün
dünyadaki, Türkiye'de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim
Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona
bakıyoruz ama Türkiye'nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit
edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre.
Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç
kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle
bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var
altımızda.
Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni
termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum'a
gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor, Bursa'ya gittim kaynıyor,
İzmir kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü
elimizde.
Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni davet etti
rektörlük, oraya gittim. Beni Davraz diye bir kayak merkezine
götürdüler. Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davraz'ta.
Birbuçuk saat sonra, Antalya Akdeniz üniversitesinde vereceğim
konferans için Antalya'ya indim. Millet denizde yüzüyordu. Var mı
böyle bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk saatlik mesafede. Bursa,
Uludağ'a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya'ya
gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle bir ülke. Dünya
yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana,
ben bulamadım. Ya güneşi var ya karı var ya denizi var ya dağı var
birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız
dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden
daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki!
Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede.
Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır
uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın
dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler,
kapışın dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan,
laik olan-olmayan, ATATÜRK'çü olan-olmayan diye dörde beşe,
tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi
kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani
tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu
ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok.
Yeni ATATÜRK'ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe
budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek
gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar
destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya
çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı
ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya
başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve
eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar
özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa
Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla. sizlerden
Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz
ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın
bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma son veriyorum.
ATATÜRK de et artı kemik artı kandı,
İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,
ATATÜRK de herkes gibi kusurları olan,
Küçük büyük ve çirkinde olabilirdi,
Ama güzeldi
ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,
Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı,
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,
Miri kelam bir İstanbul efendisi.
Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,
Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı,
Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,
Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.
Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.
İnsan üstü değildi ATATÜRK,
Tam insandı.
Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI


Ataturk'un Amerikalı Gazeteciye Cevapları

Muhabirin Yazılı Gönderdiği Soruları

26 Şubat 1921

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine,

...

6. Muharebe devam ettiği müddetçe hükümetinizin Anadolu'daki Rumlara ve Ermenilere karşı meslek-i hareketiniz nedir?

7. Harb-ı umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni ... tehciri hakkında hükümetinizin resmi nokta-ı nazarı nedir?

8. Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?

...

13. Sovyet Ermenistanı ile münasebatınız nedir?

14. Cemiyet-i akvam hakkında fikriniz nedir?

Clarence K. Streit

Public Ledger - Philadelphia

Mustafa Kemal'in Cevapları

...

6. Müslim ve gayri müslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayırım yapmıyoruz. Böylece Rumların ve Ermenilerin düşmanla birlikte vatana hıyanette bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur.

7. Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:

Rus ordusu 1915'de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere'nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.

Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harb etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.

8. Gerek Umumi Harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur.

Brest-Littowsk Muahedesinin akdini müteakip Rusların Şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.

Sivas'ta benle görüşmüş olan, bilahare bu bölgeleri ziyaret eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hususunda mufassal müşahadelerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu bana yazmış bulunan Amerikan Generali Harbord Amerikan Umumi ekfarının kendisinden faydalı bilgi temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Olti bölgelerinde Alexandropol (Gümrü) Antlaşmasının akdine kadar cinayetlerine devam etmişlerdir.

Yunanlılara gelince İzmir'in işgali sırasında öyle cinayetler işlemişler ki, Yunanistan'ın müttefiki İtilaf Devletleri tarafından teşkil edilmiş bulunan "İtilaf Devletleri Tahkikat Komisyonu" üyeleri bile, 1919 Sonbaharında bu vilayeti baştan başa katettikten sonra hazırladıkları raporda, Yunan makamları aleyhinde son derece ağır tenkitlerde bulunmuşlardır.

Yunanlıların işgal ettiği bölgede her yaş ve cinsiyetten onbinlerce Türk katledilmiş, bütün büyükbaş hayvanlar Yunanistan'a götürülmüş ve bölgeden yüzlerce bedbaht göçmen bölgemize itilerek bir çaresizliğe duçar edilmiştir.

...

13. Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandrapol (Gümrü) Muahedenamesini samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni Hükümeti dostluğumuza güvenebilir.

Milyonlarca Türk'ü binlerce Ermeni'nin hakimiyetine terketmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür .

14. Halen Cemiyet-i Akvam sanırım İngiltere'nin elinde kullandığı diğer bir vasıtadır.LL
 

ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK


   İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

***

   Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.

***

   Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.

***

   Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.

***

   Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.

***

   Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.

***

   Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.

***

   Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar güttüğüm gaye, hiçbir vakit kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.

***

   Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.

***

(Çevresindekilere söylediği bir söz) :
   Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!

***

   Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.

***

   Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse dahi- uygulattırır.

***

   Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!

***

   Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.

***

   Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.

***

   Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak ettik, iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.

***

   Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.

***

(Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir) :
   Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır!

***

   Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu
saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı
kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!

***

(Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol 'un, görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve Atatürk'ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş 'e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakam Tevfık Rüştü Aras 'a söyledikleri):
   Majeste Kral'm söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet reisine kendi ülkesinden bir parçayı Almanlar'a terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bîr karış toprağım başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.

***

   Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi parçasının şiddetini kırdı.

***

   Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak... Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.

***

   Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.

***

   Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh
ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor!

***

   30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.

***

   Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve destekdir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem, emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.

***

   Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım.

***

   Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar edeceğim.

***

   Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim. Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, milletin ciddî ve samimî olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni gayelere erişmek için de bu yardım ve desteğe ihtiyacım vardır; onu benden esirgemeyiniz!

***

   Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim.

***

   Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.

***

   Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki lâzım değildir.

***

   Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.

***

   Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım şeyi de tahrip edemem.

***

   Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.

***

   Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?

***

   Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır, inkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!

***

   Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim başarabileceğim iş değilmiş...

***

(Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir):
   Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!

***

(Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma):
   Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.
Şahinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe meydanları?...
Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.

***

   Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.

***

   Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının tatbikini düşünürüm.

***

   Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.

***

   Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.

***

   Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adîliğine tenezzül etmem

***

   Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.

***

   Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!


KK KKK isteataturk.com
ALİ BABA SİTESİ
BU SİTEYE 70541 ziyaretçi (179133 klik) GELDİ
ALİ BABA SİTESİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol